ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN

yazan: HASAN ALİ KALAYOĞLU                                                     

                     

           

          Öğretmen Okulu son sınıftaydım. Okulun kapanmasına, yani öğretmen olmamıza birkaç ay vardı. Bu da üzerimizde belirli bir rahatlama sağlamış, kendimizi öğretmen olarak hissetmeye başlamıştık. Okul kurallarını önemsemiyor, öğretmenlerimize sanki mesai arkadaşıymışız gibi davranıyorduk. Onlar da bu tür saygısızlıklarımızı ellerinden geldiğince hoş görmeye çalışıyorlardı.
         Sanırım 1970 Mayısının son günleriydi. İskilip’ten teyze oğlum gelmiş, bir sepet de  kiraz getirmişti. Sepeti dolaba koyup birlikte gezmeye çıktık. Giderken de birer sigara yaktık. Yolumuz lisenin arkasından geçiyordu ve orada da Yusuf Güneş hocamızın evi vardı. Görme olasılığına karşı sigarayı söndürmem gerekirdi ama yanımdaki teyze oğluna karşı havam bozulabilirdi. Dedim ya, kuralları boş veriyorduk. Ben de sigarayı tüttüre tüttüre, hem de yan gözle baka baka hocamızın evinin önünden geçtim.
         Aradan bir hafta geçti. Ben olayı  unutmak üzereydim ve Yusuf Hoca’nın  beni görmediğini düşünüyordum ki, amcamdan bir telgraf geldi. Çocuklarının sünnet düğünü için Ankara’ya çağırıyordu. Gitmeyi çok istiyordum ve telgraf elimde doğru Yusuf Hoca’nın odasına koştum. Durumu anlattığımda yüzüme dik dik baktı ve buruk bir gülümsemeyle şu cevabı verdi:
         -“Ben, bana saygı göstermeyen birine inanmam ve yardımcı da olmam.”
         Donup kalmıştım. Bana bunun niye söylendiğini biliyordum ama özür dilemenin vakti çoktan geçmişti. Elimdeki telgrafı gösterdiğimde ise:
         -“Hiç fark etmez. O telgraf senin isteğinle de gönderilmiş olabilir.”dedi.
         Yıkılmış halde odadan çıktım. Ankara’ya gidemediğim gibi o günden sonra bir daha Yusuf Hoca’nın yüzüne bile bakamadım. Yaptığım saygısızlığın bedelini fazlasıyla ödemiştim; hem de hiç unutmamacasına…

 

ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN