ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN
PURUSYA SUBAYI
Yazan: Hamdi Yüksel - Amasya
Çorum İlköğretmen Okulu’ndan mezun olduğum 1971 yılında Rize İli Pazar İlçesi Yaltkaya Köyü’ne atanmıştım. Köy; sahilden 18 km. içerde dağlık bir yerleşim alanı. Evler birbirine uzak, tipik bir Karadeniz Köyü. Adnan Menderes Hükümeti’nin Milli Eğitim Bakan’lığını yapan rahmetlik Tevfik İleri’nin doğduğu köy. Okul, arsasını Tevfik İleri’nin kardeşleri ve amca çocuklarının verdiği bir alan üzerinde bulunuyor. İlk iş olarak okula yakın bir ev kiraladım, gerekli birkaç eşya alarak yerleştim.
Köy dağlık, evler birbirine uzak ve yeni göreve başlamam nedeniyle pek fazla kişiyi tanımıyorum. Kiraladığım evin yanında ev sahibesinin evi ve birkaç ev daha var. Daha yeni yerleşmiştim ki Ramazan ayı geldi, oruç tutmaya başladım. Yemek yapmasını bilmiyorum. Bir keresinde yumurta pişirmek istedim. Margarini tavaya koydum, yumurtayı kırdım. Yağ eriyinceye kadar yumurta taş gibi oldu. Benim için en uygun olanı çay yapmak; yanında peynir, zeytin ve ekmek. İftarı böyle yapıyorum. Kendim uyanamadığım için sahurda ev sahibinin oğlu İbrahim gelip kaldırıyor, gelirken de ev sahibem Rahmetlik Mahiye Ana’nın gönderdiği ev baklavası ve bir tabak yoğurt getiriyor. Kalkıyorum, baklava ile yoğurdu yiyor tekrar geri yatıyorum. Günler böyle geçmeye, bende sabretmeye devam ediyorum.
Bir akşamüstü çay hazırladım iftarı bekliyorum. Kapı vuruldu.
— Buyurun, dedim. Kapıyı açtım. Bir adam selam verdi içeri girdi. Yer gösterdim. Oturdu.
— Köye yeni gelen hoca sen misin? Bana burada oturduğunu söylediler. Dedi.
— Evet, benim, dedim.
— Ben şu evde oturuyorum, diye eliyle işaret etti. Gösterdiği ev bana yakın, komşu evi idi.
Herhalde komşu olduğumuz için bana hoş geldin demek isteyen biri diye düşünüyorum. Ama bir taraftan da; bu iftar saatinde neden evinde değil, acele bana geldi, bu adam neden iftar sonrasını beklemedi? Gibi sorular kafam da dolaşıyor. Adam suskun oturuyor, ben de bir taraftan sorularıma cevap ararken bu komşuyu izliyorum. Adam; 40–45 yaşlarında, kumral, zayıf, orta boylu, saçlarını hafifçe geriye doğru taramış, bıyıkları Purusya Subayları gibi yukarı bükülmüş, normal giyimli biri.
Adam pek konuşkan biri değil, susuyor. Ben de merak içerisinde adamı inceliyor ve niye geldiğini merak ediyorum. Biraz sonra bana dedi ki:
-Sigara içebilir miyim? Şaşırmıştım. Köylü dindar, herkes oruçlu. Bu adam ne yapıyor? O şaşkınlıkla:
-Tabii, buyurun dedim. Adam cebinden bir sigara çıkarıp yaktı. Bana da uzattı. Bende
-Teşekkür ederim, siz buyurun, ben oruçluyum dedim. Zaten iftar için çay demlemiştim. Adama sordum:
-
Çay içer misin?
-
Olur, dedi.
O’na bir bardak çay verdim. Hem çayını içti, hem de sigarasını. O arada ezan okundu bende orucumu bozdum. Bana döndü:
-
Beni okuttular, karıya yanaşamıyorum, hoca bana bir oku.
Deyince şaşkınlığım bir kat daha arttı. Güleyim mi ağlayayım mı bilemiyorum? Bir göz odanın içinde, bütün sevdiklerimden uzakta, yemek yapmasını, çamaşır yıkamasını bilmeyen, bu arada çay ve peynirle iftar açmaya çalışan bir sürü problemle uğraşan adama gelmiş, derdine derman arıyor.
Anladım ki adam cami hocasını arıyor. Adama döndüm:
-
Ben cami hocası değilim. Öğretmenim. Cami hocası da yeni geldi herhalde sen onu arıyorsun?
-
Köye yeni hoca geldi, şurada oturuyor deyince ben seni anladım, dedi. Ben de:
-
Cami hocası cami evinde kalıyor, burada değil dedim. Adam kalkıp gitti. Ertesi günü olayı okul müdürüne açtım. Nasıl biri olduğunu sordu? Tarif ettim. Güldü. Niye güldüğünü sordum. Bana dedi ki:
-
O akıl hastası, birkaç kere Samsun’a tedaviye götürdüler, karısına saldırmaması için ilaç verdiler. Erkeklikten düşürdüler. O da kendisini okuttular sanıyor. Onun için gelmiştir. Dedi.
Ne zaman bıyıklarını Purusya Subayı gibi yukarı büken birini görsem, aklıma hep bu anı gelir.
ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN