ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN

Yazan: Mevlut Aydın

OKULDAN ÜÇ ANI

CAMEKANLI KAPI

SAZ FASLI

DALGINLIK

 

          CAMEKÂNLI KAPIDAN ATLAYIŞ

Yaz tatiline az bir zaman kalmıştır. Günlerden bir gün okulumuzun zemin kat salonunda bir olay cereyan eder. Coğrafya öğretmeni Seyhan Hanım'ın attığı çığlık sebep olmuştur bu olaya. Yanı başından geçen fareden korkmuştur çünkü.
Biz öğrenciler, hemen başına üşüşüveririz. Tam da o anda Hasan Bey peydahlanır ortalıkta. Bu kez biz,  sağa sola kaçışmaya başlarız.
Daracık koridorun sonunda dışarıya açılan, büyük bir camekânlı kapı vardır. Ben, o tarafa yönelir, kestirmeden dışarı çıkmaya çalışırım.
Dışarısı berrak mı berrak... Gökyüzü masmavi. Öyle ki, kapı açık mı kapalı mı belli değildir.
Hasan Bey'e görünmemek için acelem vardır. Açık sandığım kapıdan dışarıya adım atmaya çalışırım. Cama isabet eden ayağım öyle bir kayma kayar ki kafamı çarpmaktan kendimi alamam. O cam, artık eski cam değildir. Ortasından çatlamıştır.
İçimden, "Kimse fark etmemiştir inşallah." duasını yaparak, ani bir manevra ile oradan sıvışıverir,  kalabalık ortamdan yararlanarak giriş kapısından atarım kendimi dışarı.
Ertesi günü bir anons yankılanır hoparlörlerden...
"Mevlüt Aydın, idareye!"
İçim "cız" eder.
Belli ki Müdür Yardımcısının yaptırdığı anonstur bu...
Çaresiz, kapıyı çalar, girerim içeri. Hemen sorguya çekilirim:
"Kapıyı sen mi kırdın oğlum?"
İnkâr etmem imkânsız. "Onca kişinin içinden beni çağırdıklarına göre, gören olmuş demek ki." diye düşünürüm.
Lafı evirip çevirmeden hemen cevap veririm. Kaçış yoktur çünkü:
"Evet hocam, ben kırdım."
"Sen ne yaptın oğlum? Nasıl ödeyeceksin şimdi onu?"
Bankada üç dört yüz lira kadar param vardır. Belki ödeyebilirim düşüncesiyle sorarım.
"Kaç lira hocam o camın tutarı?"
Cevap;
"Beş yüz yetmiş sekiz lira oğlum." şeklindedir.
Fiyat bayağı tuzlu gelir bana ama biraz yardım alabilirsem hâlâ ödeyebilme umudum vardır. Sorarım kendisine:
"Biraz yardım edebilir misiniz hocam?"
"Yok oğlum. Ancak camı taktırma parası olarak iki buçuk lira yardım edebiliriz."
Çok komik gelir bana o rakam. Derin derin düşüncelere dalar, akla karayı seçmekte zorlanırım.
Devam eder sözlerine:
"Hem o cam burada da bulunmaz oğlum. Kamyon tutup Ankara'dan getirtmen gerek."
Moral iyice sıfırlanır.
Yapılacak bir şey yoktur. Mecburen adabına uygun olarak terk ederim orayı.
Hemen, Eğitim Şefimiz, çok değerli hocamız Sayın Yusuf Güneş'in kapısını çalar,
"Giriniz." komutunun ardından dalarım içeri.
"Buyurun." der Yusuf Bey bana. Ve devam eder sözlerine:
"Ne derdiniz var?"
Durumu anlatırım.
Gayet anlayışla karşılar beni. 
"Tamam." der ve devam eder,
"Yardımcı olmaya çalışacağım."
"Sağ olun hocam."
"Müdür Bey'le görüşeyim, sonra tekrar seni çağırırım. Şimdi çıkabilirsin."
İçim, biraz ferahlamıştır.
Sözünde durur Yusuf Bey. Ertesi günü çağırır beni odasına. Yanında Hasan Bey de vardır.
Üçümüz bir, olaya konu olan kapının yanına geliriz. Çeşitli ölçme biçmeden sonra Hasan Bey:
"Tamam," der ve devam eder,
"Kırık yerini çıkardıktan sonra gerisini, okulun camları kırık pencerelerinde değerlendiririz. Şurada on liralık bir masraf var." der ve hiç önemsemezmiş gibi davranarak hızlı adımlarla orayı terk eder. Ardından da Yusuf Bey:
"Haydi gidebilirsin." dercesine el işareti yapar, peşinden de:
"O da istemez, gidebilirsin." diyerek beni rahatlatır.
Böylece, büyük sıkıntıya girmeme sebep olan o olaydan kurtulmuş olurum.
Daha sonra Yusuf Bey'e yazdırdığım hatıra defterimdeki yazının bir cümlesi aynen şöyledir:
"Senin, camdan atlama olayını hiçbir zaman unutmayacağım."
Bu olayın üzerinden bir yıl geçmiştir. Ertesi yılın son günleri. Aylardan Mayıs. Arkadaşın biri yanıma gelir:
"Mevlüt," der, "seni Mustafa Işıker hocamız çağırıyor. Kâtip odasında kendisi."
Hemen kâtip odasının kapısını çalar, girerim içeri. İlk etapta, beni kapı olayından dolayı sıkıntıya sokan müdür yardımcısı gözüme çarpar. Tam karşımda, pencereye yakın yerde oturmaktadır. Mustafa hocam da, kapı girişinin sol tarafına yerleştirilen masadaki daktiloda yazı yazmaktadır. Arkasına dikelir, yazısının bitmesini beklemeye koyulurum.
Böyle bekleyip dururken o müdür yardımcısının bana yönelttiği soru karşısında şaşırır kalırım.
"Mevlüt, sen o camın parasını ödedin mi?"
Hiç cevap vermem. Hemen, Mustafa hocama,
"Hocam ben geldim. Ne diyecektiniz?" sorusunu yöneltir, onun da;
"Ha geldin mi? Şurada öteberi var. Bir zahmet onu eve götürüver." demesinin ardından sözü edilen öteberiyi alır, odayı terk ederim.
Bir daha da o konu gündeme gelmez.


          SAZ FASLI

Okullar kapanmıştır. Biz Sinoplular olarak üç dört kişi okul harçlığımızı çıkartmak için o yaz Çorum'da kalmak niyetindeyiz. Aramızda bir iki de Çorumlu vardır.
Güvencemiz, Okul Müdürümüz Hasan Bey'dir.
"Okulda yatıp kalkmamıza izin verir herhalde." düşüncesindeyizdir.
Kendisine dileğimizi arz ederiz. Kırmaz bizi, kabul eder.
O yaz, kimimiz tuğla fabrikalarında, kimimiz inşaatlarda iş bulur, çalışmaya başlarız.
Benim iş yerim, Çorum İşhanı inşaatıdır
İşler yoluna girer, zamanla düzen kurulur. Her günümüz, gayet ahenk içinde geçmektedir.
Böyle ahenkli geçen bir günün akşamındayız. Saat dokuz buçuk, on civarları... Yer, okulun yatakhanesi. Her birimiz, kendi yataklarımıza bağdaş kurmuş, bağlamam eşliğinde türkü söylemekteyiz.
Tam neşemiz yerine gelmiştir ki aniden kapı açılır. Gelen, Hasan Bey'dir. Kapıya dikelir, gözlerimizin içine birkaç saniye sinirli sinirli bakar. Biz, sus pus içindeyiz. Sonra:
"Hepinizi bodrum kata indiririm." der, başka bir şey demeden çeker gider.
O olaydan sonra bize de yatağa girmek düşer tabii ki. Bir daha saz faslına devam etmek mümkün mü.


          DALGINLIK

Gene öğretmen okulu yıllarım. Sınıfta dersteyiz. Tarih öğretmeni ha bire bir şeyler anlatmaktadır. Ortalıkta çıt yok. Sineğin vızıltısı bile duyulmaktadır.
Ben dalgın dalgın, pencereden dışarısını seyretmekteyim. Sınıftan çıkmış durumdayım âdeta.
Karşıdaki caddede çalışan işçiler gözüme takılır. Yol onarım çalışmaları vardır. Büyük beton bloklarını öteye beriye aktarma gayreti içindeler.
Blok'un biri dikelmiş durumda iken işçinin birinin ayağı kayar. Sanki ayağı kayan benmişim gibi öyle bir "Hiii" çekerim ki sınıf bir anda karışıverir. Gülmeler gırla gider.
Aklım başıma gelir, sınıfta olduğumu hatırlarım. Mahcubiyet, suratıma yansır.  Öğretmen, sükûneti sağlamada güçlük çeker.
Yanıma gelerek,
"Ne oldu Mevlüt?" sorusunu yöneltir bana.
"Hiç hocam... Dalmışım da. Karşıda çalışan işçinin üzerine beton düşecekti az daha."
Hiçbir şey demez. Gülümseyerek yanımdan uzaklaşır. Kısa bir sürenin ardından da zil çalar ve o ders saati böylece sona erer. 
Arkadaşlar etrafımı sarar. Gülüşmeler bir müddet daha devam eder. Sonunda kapanır gider bu olay.

ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN