ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN

Yazan: Osman Çeviksoy

Anı hikâye

BEKLEYİŞ

 


Otobüsten inmeden gördüm. Çantasını duvarın dibine koymuş, okul bahçesinde bir başına dolaşıyordu. Beni görünce koşmaya başladı. Ama nasıl koşuyor; felâketten sığınağa koşar gibi, doludizgin, delice... Bahçe girişinde karşıladı beni. Soluk soluğaydı. Yanakları, burnu soğuktan kızarmıştı. Gözleri sevinçle gülüyordu. Mutluydu.
- Hoş geldin öğretmenim, deyip elimi öptü. Dayanamadı, sarıldı bana. Uzun süre bırakmadı. Uzun sürmüş ayrılıklardan sonra iki oğlumun sarılıp "Babacığım, canım babacığım!" deyişleri gibi "Öğretmenim, canım öğretmenim!" diyordu. "Seni ne kadar aradım, ne kadar özledim bilemezsin..." diyordu. Sonra hesap soruyordu benden: "Niye gelmedin geçen salı?..."
Saçlarını sıvazladım. Çantamı yere bırakıp eğildim, üşümüş, kızarmış yanaklarını avuçlarımın içine aldım. Sevinç dolu gözleri ıslaktı. Ağlıyordu.
- Niye gelmedin, diye sordu tekrar.
- Stuttgart'ta toplantımız vardı, dedim. O gün, bu eyaletteki bütün Türk Okulları kapalıydı...
Bir eline çantamı aldı, ötekiyle elimi tuttu, yürümeye başladık.
- Yine erken gelmişsin, dedim.
- Geçen Salı da erken geldim, dedi. Hep durağa baktım. Oyun oynamadım, içeri girmedim, hep durağa baktım. Türk okuluna gelen arkadaşlarım biraz bekleyince evlerine gittiler. Ben gitmedim. Karanlık oluncaya kadar durağa baktım. Gelmedin diye ağlamadım. Çünkü erkekler ağlamaz. Çünkü Türkler ağlamaz değil mi öğretmenim? Ama çok üzüldüm. Hastasın sandım. Hastasın da onun için gelmedin sandım. Karanlıkta evimize dönerken "Öğretmenimiz hastaysa iyileşsin!" diye Allah'a dua ettim.
Ötekilerden farklıydı. Ötekiler olur olmaz her şeye güldükleri hâlde bu gülmüyordu. Ötekilerin çoğu yapılmış ödev yerine uydurulmuş bahanelerle gelirlerken bu hazırlıklı geliyordu. Yalnızdı. Ötekilerle oynamıyordu. Ötekilerin oyuna dalıp dünyayı unuttuğu zamanlar bu ya sınıfta kitap karıştırıyor, ya bir köşede derin derin düşünüyordu. Türkiye'den yeni gelmiş, bencileyin henüz alışamamıştı. Bana karşı duyduğu olağanüstü yakınlığı yeni gelmiş olmasına, yeterince Almanca bilmeyişine bağlıyordum.
- Peki, dedim. Beni o kadar beklemene annen kızmadı mı?
Yere baktı.
Belki kızmıştı annesi. "Niye arkadaşlarınla dönmedin?" diye belki azarlamış, belki cezalandırmıştı bile.
Başını yerden kaldırmıyordu. Annesinin kızdığını, azarladığını hesaba katarak:
- Haklı, dedim. İnsan hava kararıncaya kadar zamanında gelmeyen öğretmeni bekler mi? Merak etmiştir kadıncağız... Büyüyünce senin de çocuğun olacak. Çocuğun arkadaşlarıyla beraber dönmezse kızmaz mısın?
Beni dinlemiyordu. Farkında olmadan elimi bıraktı. Böyle konuştuğum için bana darılmış mıydı, anlayamadım.
Her zamanki yerimize varıp çiçekliğin demirine yaslandık. Çantamı çantasının yanına yavaşça bıraktı. Konuyu değiştirmek istediği anlaşılıyordu.
- Daha kimse gelmedi, diye söylendi.
- Doğru söyle, kızdı mı annen, diye üsteledim.
Yüzünün şekli yine değişti. Yutkundu. Yalan söyleme alışkanlığı olmadığı için bu soruyu cevaplamak zor geliyordu. Olan olmuştur bir kere. Annesinin kızıp kızmadığını öğrenmiş olmam neyi değiştirirdi? Boşuna sıkıştırıyordum çocuğu. Bu sefer konuyu değiştirmeye ben karar verdim. "Ee!... Anlat bakalım. Türkiye’yi özledin mi?" diyeceğim sıra:
- Annem yok öğretmenim, dedi.
Sesi ağlamaklıydı. Yüzüne baktım, gözleri dolu doluydu. Üzgündü. Yine "erkekler ağlamaz" diye diye sessiz ve içten ağlayacaktı. Hatta ağlıyordu. Keşke hiç sormasaydım. Önceki haftalarda olduğu gibi hep o konuşsa ben dinleseydim.
İkimiz de sustuk.
"Öldü mü?" demeye dilim varmıyordu. Yedi yaşındaki bir çocuk "annem yok" diyorsa daha fazla üstüne varmak doğru değildi. Yedi yaşındaki bir çocuğu ancak ölüm ayırabilirdi annesinden.
Başını benden yana çevirdi.
- Buraları sevmedim öğretmenim, dedi.
Sonra ne düşündüğümü anlamak ister gibi yüzüme baktı.
- Muti'yi sevmiyorum, babamı sevmiyorum, onlar da beni sevmiyorlar, dedi. Burada kimse kimseyi sevmiyor. Muti kendi çocuklarını bile sevmiyor, öğretmenim...
Meseleyi az çok anlamış olmama rağmen:
- Muti kim, babanı niçin sevmiyorsun, diye sordum.
Yutkundu.
Anlatsam mı anlatmasam mı diye bir an bocaladı. Sonra anlatmaya karar verdi, ta gerilerden başladı:
- Babam Almanya'ya geldiğinde ben dünyada yokmuşum, öğretmenim. Büyük ablam dört, küçük ablam iki yaş iki aylıkmış. Benim doğmam yakınmış. "Çocuk doğsun, bir iki aylık olsun, sizi de isteyeceğim." diye yazmış babam. Allah'ın her günü anama mektup yazmış, her mektubunda da aynı sözü tekrarlamış. Ben doğmuşum, birden bire babamdan mektup gelmez olmuş. Bir ay, iki ay, bir yıl, iki yıl, ne babam gelmiş, ne mektubu gelmiş. Arada bir para geliyormuş, o kadar, kendisinden ses yokmuş. Annem hep ağlardı öğretmenim. Biz görmeyelim diye geceleri ağlardı.
Dört yaşıma girince babamdan bir mektup geldi. Kısacık bir mektuptu. "İzine geliyoruz." diye yazmıştı. Kendisi gelinceye kadar annem her gece bu mektubu okudu, beddua etti, ağladı.
Öğretmenim, babam Almanya’ya gelmeden önce namazını kılar, orucunu tutarmış. İyi adammış. Herkes severmiş. Almanya’ya gelince namazı orucu bırakmış, azmış, kötü kadınlarla arkadaş olmuş. Annem böyle anlatırdı...
Dört yaşımdayken ilk izine gelişinde altında araba, yanında iki sarı çocuk, bir sarı kadın vardı. Bu yaz geldiğinde sarı kadın ve sarı çocuklar yine yanındaydı. Beni zorla getirdi. Kâğıtlarımı gizliden yaptırmış. Annem görmeden bindirdi arabaya, aldı, getirdi. Sarı çocuklarla, sarı kadınla konuşabilmem için bana Almanca öğretmeye çalışıyor. "Anneme gideceğim." dediğim zaman dövüyor beni. Babam beni dövünce sarı çocuklar gülüyor. İnat ediyorum onların yanında ağlamıyorum. Annem gibi geceleri, kimseye göstermeden ağlıyorum öğretmenim. Aslında erkekler ağlamaz öğretmenim. Ama daha ben erkek değilim ki, çocuğum. Annem "Az kaldı erkek olmana." derdi. Erkek olunca anneme ben bakacağım. Babamın yolladığı paraları geri göndereceğiz. Annemi çok özledim öğretmenim. O da beni özlemiştir. Ben yokum diye her gece ablalarımdan, dedemden saklı ağlıyordur. Okuma yazmayı öğrenince her gün mektup yazacağım. "Anneciğim!" diyeceğim. "Sana gelmek için para biriktiriyorum. Babamın verdiği paraları hiç harcamıyorum. Sarı çocuklar çikolata alıp yiyorlar. Sarı kadın bile çocuk gibi çikolata yiyor. Ben paramı yatağımın altına saklıyorum. Çok param olunca uçak biletimi alıp sana geleceğim anneciğim..." diye yazacağım. Daha neler neler yazacağım öğretmenim. Sarı kadına "anne" demediğimi, yalnızca "Muti" dediğimi de yazacağım. Fakat babamın beni dövdüğünü, geceleri ağladığımı yazmam öğretmenim. Yazarsam annem üzülür...
Ders zili çalıncaya kadar hep o anlattı ben dinledim.

ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN