ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN

Yazan: Burhan Çınar


HAKKI SEYHAN HOCAMA MİNNETTARIM

 

 

Yıl 1965. Çorum öğretmen okulu 2. sınıf öğrencisi idim. Sınıfımız 30 kişi olup  20 si yatılı, 10 arkadaşımız ise gündüzlü idi. Gündüzlü okuyanlar evlerinden sabah okula gelirler akşam da dersler bitince okuldan ayrılırlardı. Yatılılar gece gündüz okuldan ayrılamazlardı. Sadece hafta sonları dıışarı çıkabilirlerdi.

Yatılı öğrenciler aynı yatakhanelerde yatarlar, aynı etüt salonları ve aynı yemekhaneden faydalanırlardı. Hatta okulun bir de kubbeli hamamı vardı. Haftada bir gün yakılırdı.

Yatılı bir öğrenci her sabah saat 06.00 da zil sesiyle uyanır. Elini yüzünü yıkar. Tıraşını olur. Yatağını derler toparlar. Saat 07.00 de etüt salonunda yoklamada hazır bulunurdu. 08.00 e kadar ders çalışır. Kahvaltının arkasından  08.30 da da normal dersler başlardı. 12.00 de öğle yemeği ve ara. 13.30 da öğle sonu dersleri başlar 16.00 da günlük dersler biterdi. Akşam etütü 17.30 da başlar 19.00 da yemek, tekrar 20.00-21.00 arası etüt, 21.30 ise yatağa giriş saatimizdi

Öğretmenlerimiz genel de çok iyi davranıyorlardı. Herbiri babamız ve ağabeyimiz gibiydi. Ancak istisnalar da yok değildi. Okulumuzda A.A. diye bir matematik öğretmenimiz vardı. Kırmızı suratlı, kanlı gözleriyle sert bakışlı, korkunç, hatta gangster görünümlü biriydi. Okulda onun birkaç defa dövmediği kimse yoktu. Öğrencilere kendisini bilgi yerine şiddet uygulayarak kabul ettiren biriydi. Bu öğretmeni hiç kimse istemezdi. Doğrusunu söylemek gerekirse matematik öğretmeniydi ama matematik öğretme kapasitesi tartışılan biriydi.

Ben öğretmen okulu 2. sınıfta okurken 1965 ders yılı başında  bu öğretmen matematik derslerimize girmeye başladı. Sınıfta öyle bir terör estirir di ki, nefes almak bile suçtu, yumrukla girişirdi. Onun ders saatleri bitmeyi bilmezdi. Büyük bir stres altındaydık. Bir kaç kişiyi dövmeden ders yaptığını pek gören olmamıştır herhalde. Eğer ölmüşse Allah rahmet eylesin ama, kendilerinde ne matematik bilgisi vardı ne de öğretmenlik formasyonu.

Bu öğretmen bizim Cebir ve Geometri derslerimize giriyordu. Ondan iyi not alan kimse de yoktu. Herkes bir üst sınıftaki büyük öğrencilerden yardım almaya, ya da kendi kendine öğrenmeye çalışırdı. Derken yarı yıl dönemi sonu geldi. Sömestr tatiline çıkarken cebir dersinde daha henüz okumadığımız kitabın ortalarında 4 sayfada  yazılı 36 tane cebir problemleri vardı. Bu problemlerin çözümünü öğreneceksiniz diye ödev olarak verdi. Kendi kendimize öğrenmemiz mümkün değildi.

İşte bu ödev yüküyle şubat tatili için kasabam olan Hamamözü'ne gittim. Durumu babama anlattım. Yardım alabileceğim kimse yoktu. Rahmetli babam "Hakkı hoca tatil için geldi ona söyleyeyim" dedi. Hakkı hoca Ladik Akpınar İlköğretmen okulunda matematik öğretmeni idi. Sağolsun, Allah ondan razı olsun ki Hakkı hoca yardımcı olacağını söylemiş. Hakkı hocam bana yaklaşık 2 şer saat 3 gün ders verdi. Ve 36 adet soruyu bana öyle bir anlattı ve öğretti ki: karşısındaki taş olsa anlamaması mümkün değildi. Eğer matematik öğretmeni olarak kendime ve öğrencilerime yardımım dokunduysa önce Hakkı hocama sonra da babama borçluyum. İlk matematik sevgisini babamdan almışımdır. Babam ilkokul mezunuydu ama Matematik konusunda iki ve üç bilinmeyenli denklemlerle geometriyi bir kenara bırakırsak, süper bilgi sahibiydi. Oran orantı, dört işlem, faiz hesaplarını çok iyi biliyordu. Allah rahmet eylesin.

Ben özel bir defter aldım. 36 problemin çözümlerini anlatımlı olarak renkli kalemlerle bu deftere yazdım. Hakkı hocam bana cebir için öğrenmem gereken her şeyi 3 günde öğretmişti. Ben olmuştum sanki matematik profesörü.

İkinci dönem için Çorum ilköğretmen okuluna döndüm. Tüm arkadaşlar da döndüler. Herkes merakla birbirine soruyordu: Ne yaptınız? diye. Benden başka bu işi yapabilenin olmadığı ortaya çıktı. Okul pazartesi başlamış, İlk matematik dersi de Salı günü öğle sonu idi. Etüt saatlerinde hep birlikte konuştuk arkadaşlarla. Bana "Aman sen yaptığını söyleme, bu defteri ortaya çıkarma yoksa bizi dayaktan geçirir" dediler. Ben de tamam dedim.

Salı günü ders saati geldi ve çattı. Öğretmen derse girdi. Hepimize toptan sordu. Problemleri çözen var mı? diye. Ben dahil kimse parmak kaldırmadı. Anladı ki kimse çalışmamış. Not defterini eline aldı. Sırayla tahtaya çağırmaya başladı. Tahtaya gelene "Çöz bakalım birinci soruyu" diyor. Biraz bekliyor. Bir yumruk sallayıp, karşı duvara yapıştırıyordu. İri beden biriydi. Baktı ki tek tek olmuyor. Üçer üçer çağırıp, yumruklayıp yerine oturttmaya başladı. Artık soru bile sormuyordu. Gidenler okkalı birer bazen ikişer yumruk yiyerek yerlerine oturuyorlardı.

Sıra bana geldi. Ben tahtaya gidince hemen tebeşiri alıp tahtaya geçtim ve birinci problemi çözdüm. Öğretmen şaşırdı. "Bak seeeen" dedi. Arkasından "15' inci soruyu yap bakalım" dedi. Onu da hemen yaptım. Kitapta her sorunun altında doğru cevaplar yazılıydı. Kitaptan bakıyor cevap kitaptaki sonuca uyuyorsa çözüm doğru diye nitelendiriyordu. Ama bazılarının sonuçları kitapta yanlış yazılmıştı, ondan haberi yoktu galiba. Bir tane daha sordu. Onu da yaptım. Kitaba baktı "Yanlıııış" dedi. Ben de "Öğretmenim doğrusu bu. Kitaptaki cevap yanlış basılmış" dedim. Dalga geçer bir tavırla bana yaklaştı. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun" dedi ve bir yumruk da bana indirince ben kendimi sobanın üstünde buldum. Kalkarken "defterini çabuk getir bakayım" diye bağırdı. Yerime geçtim sakladığım defteri çıkartıp kendisine verdim. Sayfalarını çevirerek baktı. Döndü bana bir yumruk daha attı. Bu arada zil çaldı. Defterimi de alıp gitti. Allahtan ki ben problemlerin çözümünü su gibi öğrenmiştim.

Bu defter okulun başına bela oldu. Diğer sınıflara gidiyor soru soruyor eğer benim defterimdeki gibi çözüldüyse kabul ediyor, yoksa yumrukluyordu.

Zorunlu olarak etüt saatleri dışında arkadaşlara matematik dersi vermeye başlamıştım. Ne yapsınlar?  kimi ezberlemeye çalışıyor, kimileri de öğreniyordu. İki hafta sonra yine bir günün son saatinde geometri dersindeydik. Dersin bitmesine 15 dakika kala, "kağıt kalem çıkarın yazılı yapacağım" dedi. Çıkarttık kağıdı kalemi. "Kitabın filan sayfasındaki 4 problemi çözün" dedi. Biz uğraşırken paydos zili çaldı. Öğretmen yazılı kağıtlarını topladı. Ama kürsünün üzerine toplu olarak bırakıp gitti. Biz bayram ettik. Bize blöf yaptı diye.

Tosyalı Mithat İpek diye bir arkadaşımız vardı. Meğer Mithat yazılı kağıtlarını sobaya atıp kibriti çakıp yakmış. Öğretmen geri geldi. Kağıtları sordu. Kağıtlar yok. "Neredeyse çıkarın verin" diye tutturdu. "Hangi eşşekoğlu eşşek sakladıysa versin" diye bağırmaya başladı. Bu arada Tosyalı Mithat İpek kalktı. Kafa tutar gibi bir tavırla "Ben Yaktım" dedi. Öğretmen hiç bir şey demeden çekip gitti. Ertesi sabah saat 07.30 da Mithat'ı etüt salonundan bahçeye çağırttırmış. Havuz başında Mithat'ı çok feci şekilde dövmüş. Pantolonunu bile parçalamış. Ağzı burnu kan revan içinde doktora götürmüşler.

Tüm öğrenciler bu öğretmene zaten kızıyorlardı. Akşam etüt zamanı öğrenciler arasında bir fis kos başladı. "Boykot yapalım, bu öğretmenden kurtulalım" diye. O gece herşey planlandı. 1965 yılı mart ayı başlarında bir gün Türkiye'nin Öğretmen okulları arasındaki ikinci boykotunu 2 ve 3. sınıf öğrencileri olarak topluca yapmıştık.

Bazı arkadaşlarımız disiplin cezaları alırken, bu öğretmen okulumuzdan alınarak yerine şeker gibi başka bir öğretmen atanmıştı.

ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN