ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN
Yazan: Kazım Meriç
İLK HEYACAN VE İLK HATA
|
 |
1970 Yaz döneminde mezun olmuştum.Heyacanla tayin yerimi beklerken kısa bir zamanda tayinler açıklandı.
İlk tayinim Çorum Merkez köyü olan Seydimçakallı köyüne çıkmıştı. Çorumlu olmama rağmen bu köyü şimdiye hiç duymamış ve ne tarafta olduğunu dahi bilmiyordum. Bir iki günlük çalışma sonucu köyüm hakkında gerekli bilgileri edindim.
Biran önce gidip okulumu ve köyümü görüp tanımak istiyordum. Bir gün köyün ulaşımının başladığı yere gittim. Köylüler alışverişlerini bitirmiş aracı bekliyorlardı. Biraz sonra bir kamyon geldi, herkes bir telaşla kamyona yerleşti. Bende köylülerle birlikte taşıta yerleştim.
Gözlerinin altından kaçamak bakışlarla beni merakla süzdüklerini seziyordum. Köylüler kendi aralarında koyu bir sohbete daldılar, artık beni süzmeyi bırakmışlardı. Yalnız ilkokul iki veya üçte olabileceğini tahmin ettiğim, entarisi biraz yıpranmış, lastik ayakkabılı, saçları dört belikten ibaret olan bir kız çocuğu bana bakıp gülümsüyor utangaç bir eda ile gözlerini tozlu yollara dikiyordu. İlk arkadaşımı edinmiştim. Gel diye işaret ettim, ezlim-büzlüm yanıma oturdu.
Adı Gülsüm'dü, Çakallı köyünden, üçüncü sınıfa geçmişti. Babası onu doktora getirmişti. Üç kardeşlermiş ve babası köyün çobanı imiş. Bu sohbetimizi babası geriden izliyordu, merakla yanımıza geldi, olduk üç kişi.
-Merhaba delikanlı, çocuk sizi rahatsız etmiyor ya,
-Yok canım ne rahatsızlığı, biz onunla arkadaş bile olduk.
-Yolculuk nereye?
-Çakallıya.
-Akraba ziyareti mi? Seni hiç görmedimde köyde.
-Hayır ben öğretmenim tayinim oraya çıktıda.
Birden Gülsüm'ün gözleri parladı ,saygılı bir şekilde toparlandı. Çoban Ali başka bir köylü olduğunu bu köye çobanlık yapmaya geldiğini, köyün kürt-alevi köyü olduğunu, üç parçadan oluştuğunu, dağ köyü olduğunu vb. bir şeyler anlattı.
Büyük bir köye girdiğimin farkına kamyon durunca varabildim.
Ali;
-Burası Seydim köyü, burda ineceğiz dedi.
Alil acale indik, Gülsüm yanımdan ayrılmıyor. Üç km. yürüyeceğiz dedi, Ali.
Heybesini sırtladı, Gülsüm'le el eleyiz ve ikimizde mutluyuz. Tozlu ve meşe ağaçlarının arasında daracık bir yolda şurdan burdan konuşarak köye ulaştık. Bu arada Gülsüm elimi hiç bırakmadı, çok mutlu olduğunu hissediyordum. Bu da bana büyük bir rahatlık
ve huzur veriyordu.
Okula yaklaştığımızda iki üç çocuk ve kangal kırması iki köpek sert bakışlarla bizi karşıladı. Ali onları uygun bir hareketle sakinleştirdi, Gülsüm'le biz halen el eldeyiz. O çocuklar meraklı bakışlarla bizi izliyor,ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorlar.
-Aliii, Gülsüüüm, nerde kaldınız, geciktiniz, Ali doktor kızıma ne dedi ? diye bağıran bir çığlıkla ürperdim.
Geriye döndüğümde zayıf, çelimsiz, üstü-başı hirpani bir kadınla göz göze geldim, anladım ki bu kadın Gülsüm'ün annesi idi. Ali, eşine beni yeni öğretmenimiz diye tanıştırdı,
-Hoş geldin öğretmen bey, diyebildi kısık bir sesle. Başımı eğerek selam verebildiğimi hatırlıyorum.
Okul çal kilit. Muhtarı bulup, okulu inceleyip, eksiklerini tesbit edip Çorum'a dönmem gerektiğini uygun bir dille anlattım Ali'ye.
Ali;
-Hocam sen şurda biraz eğlen, bir koşu muhtara haber vereyim diyerek koşarayak uzaklaştı. Gülsüm gene yanıbaşımda.
Ben sağı-solu incelerken muhtar ve Ali çıkageldiler. Hoş beşten sonra okulu gezdik. Kendi aklıma göre eksikleri tesbit edip,önceki öğretmen arkadaşın devir teslim edip-etmediğini öğrenerek (muhtara etmiş) geri dönmem gerektiğini anlattım. Muhtar dönme olasılğının olmadığını, ancak sabah Seydim'den kamyonla gidebileceğimi anlattı. Beni evinde o gece misafir etti. Akşam yemeğinde Gülsüm yanımdaydı, o saygılı tavrıyla...
Sabah tan ağarırken bir atla Seydim'e kadar, muhtarın ayarladığı ve sonraları çok iyi anlaştığım İsmail Teke isimli birisiyle Seydim'e ulaştım.
Bu izlenimler bende ne kadar sevinç yaratsa da içimde bir burukluk yarattı. Yılgınlığa düşmeyeceğime kendi kendime sözverdim.
Okulların açılmasına bir ay kadar bir zaman vardı. Bir iki hafta içinde okulun ve kendimin özel eşyalarımı temin ederek köyüme gittim.
Köyde karşılayanlar içinde gene Gülsüm baştaydı. Öğrencilerimle birlikte iki odalı olan lojmanımı temizleyip eşyaları yerleştirdik.
Ertesi günü çocuklarla birlikte ev ev dolaşarak hem köylülerle tanışmış hemde birinci sınıf kayıtlarını yapmıştım.Toplam 57 öğrencim olmuştu. Köyümü sevmiştim, Gülsüm, evi okula yakın olduğundan beni hiç yalnız bırakmıyordu, arasıra beni rahatsız eder diye annesi kızsa da.
Okulun açıldığı ilk gün heyacandan erken kalkarak tam tekmil hazırlanmıştım. Okulun bahçesinden çocuk cıvıltıları geliyordu. Dışarı çıkar çıkmaz etrafımı çevirerek;
-Öğretmenim günaydın bağırışları ile ilk tanışmamızı yaptık.
İçimde bir şeyler kaynıyor, mutluluk dedikleri bu olsa gerekti. Sıra olduk, ilk İstiklal Marşı'mızı ve ardından da andımızı söyleyerek sınıfımıza girdik. İlk gün tanışma, planlama vb. gibi şeylerle geçti.
Okul tek sınıflı ve tek öğretmenliydi, bu biraz morelimi bozmuştu. Beş sınıfı bir arada okutmak çok zordu. Gece -gündüz daha yararlı olabilmek için çırpınıp duruyordum ,yoruluyordum ama mutluydum. Her şey rayına oturmuştu. Köylüler tarafından da seviliyor ve sayılıyordum. Bekar olduğum için ya yemek getiriyorlar ya da eve davet ediyorlardı, gitmezsem güceniyorlardı, bu işi sanki sıraya dökmüşlerdi. Okulda öğrencisi olmayanlar bile bu sıra işine girmişlerdi. Böyle güzel insanlara daha çok yararlı olmam gerektiği fikri aklımdan hiç gitmiyordu, bunun tek çıkarıda bir öğretmenin daha olmasıydı. Ama nasıl olacaktı?
Aradan iki ay geçmişti. İlköğretim Müdürlüğü'ne, asıl 57 olan öğrenci mevcudunu 90 olarak belirten ve bir öğretmene daha ihtiyaç olduğunu bildiren bir yazı gönderdim. Aradan iki hafta geçti geçmedi ben buraya atandım diye bir arkadaş çıktı geldi. Çok sevinmiştim. O da bekar olduğundan lojmanımın bir odasını ona verdim. Sınıfları bir, iki, üç beraber, dört,beş beraber olmak üzere sabahçı-öğlenci olarak ikiye böldük.
Şimdi daha yararlı olabileceğimden çok mutluydum. Gülsüm'ün sevgisinden birinci devreyi ben almıştım.
Günler su gibi akıp gidiyordu. Teneffüsün birinde çocuklar heyacanla dışarda eli çantalı birisinin gezelediğini haber verdiler. Dışarı çıktım, hoşgeldiniz dedim.
-Ben İlköğretim Müfettişi Selahattin Karul, hoşbulduk dedi.
İlk teftiş heyacanı ile ne yapacağımı şaşırmışdurumdaydım. Hocamın anlayışlı rehberliği altında ilk sınavımı başarı ile vermiştim. Öğleden sonrada diğer arkadaş teftiş edildi.
Paydostan sonra lojmana geçtik. Köylülere hazırlattığı yeme içmeden sonra sohbete geçtik. O anlatıyor, biz dinliyoruz, sorular soruyor,saygıyla cevaplıyoruz. Eksiklerimizden ve nasıl giderilmesi gerektiğinden, daha yolun başında olduğumuzdan falan bahsetti.
Bir ara çantasını karıştırıp duruyordu, bir dosya çıkardı masaya koydu.
-Kazım Bey, dosyadaki birinci evrağı okur musun?
Merakla aldım,dosyanın kapağını açıpta kendi el yazımı tanır tanımaz tepemden kaynar sular boşaldı, lojman dönmeye başladı.
-Teftişte baktım toplam 57 öğrenci var, 33 öğrenciniz bugün izinliydi herhalde, dedi. Yalancının mumu yatsıya kadar yanmış ve gerçek ortaya çıkmıştı.
-Şimdiden sahte evrak düzenlemeye kalkarsak bunun ardını nasıl alırız, arkadaş. Bende çıt yok,kafam yerde dinliyorum.
-İlgili sonucu İlköğretim Müdürlüğüne rapor etmek zorundayım, göz yumamam, bir hafta sonra git savunmanı orda yap.
-Geç oldu, sabahleyin benimle Bektaşoğlu köyüne kadar gelirsen memnun olurum, yatağım hazırsa yatalım.
Bu işkencenin bittiğine sevinmiştim ama içimde buruk bir sızı vardı. Ertesi sabah Bektaşoğlu köyüne bereber yaya olarak gittik. Yakındı zaten. Hocam yolda epey ders verdi, o anlattı ben dinledim. Köyde bir iki saat moladan sonra vedalaşarak köyüme
döndüm. O bir hafta bana bir ömür gibi geldi. Geceleri uykum kaçtı, gündüzleri kendimi öğrencilerime adayamadım, nasıl bir savunma yapabileceğimi günlerce düşündüm. Nihayet o karar günü geldi, ezik ve bitik bir haldeydim, moral sıfır... O zamanda İlköğretim Müdürü (rahmetli, saygı ile anıyorum) Belki tanıyanız vardır Bekir KÖSE hocamdı. Karamsar düşünceler içinde kendimi müdürlükte buldum.
Çekine çekine kapıyı tıklattım, geeel sesi ile içeri daldım. Bekir hocamın suratı bir karış, meğer o beni tanıyormuş, sonradan öğrendim.
Öğretmen (rahmetli) amcamın (İzzet Meriç) iyi dostuymuş.
-Oturun, beyefendi dedi. Oturdum ama ne halde olduğumu siz düşünün.
-Hocam hatalıyım, özür dilerim, tek başıma daha ilk yılımda bu işi beceremeyip çok sevdiğim mesleğimden soğuyacağımı sanarak sonunun ne olacağını düşünmeden bu işi yaptım, isterseniz hemen istifa edeyim. Gerisini getiremedim çünkü boğazıma hıçkırıklar düğümlenmişti, resmen ağlıyordum.
-Kazım Hoca dürüst ve samimice açıkladığın için teşekkür ederim, şimdi görevinin başına dön dedi.
Sevinçle dar acele teşekkür ederek dışarı çıktım ve köye döndüm.
Konu böylece kapanmış oldu. Bir daha bir şey yaparmıyım, bu bana
ders oldu.
ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN