ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN

Yazan: Ali Yıldırım

TEVFİK AKIN'IN
NOT HESABI

5+5+4+1 /4=5

5+5+4+1 /4=4

Bizim dönemimizde günlük altı ders vardı. Şimdiki gibi öğrenciye yazılı gününü haber verme yoktu. Hatta 6 saatin tümü bir gün içinde yazılı olabiliyordu. Böyle durumlar dönem sonlarında notların idareye verilmesine 3-5 gün kala olurdu.

TEVFİK AKIN Bey, Sanırım 5.B sınıftaydım. Ölçme ve değerlendirme mi, teşkilat ve idare mi öyle bir derse giriyordu. 1968 yılının 2. dönem son haftasıydı. Notlar idareye verilmek üzere. Sanırım günlerden ya salı ya da çarşambaydı. Sabah birinci derstem beşinci derse kadar derslerin tümü yazılı ile geçti. Bildiğimiz bilgileri bile kâğıda dökmek artık çok zordu. Kafa yapımız, düşünme gücümüz yeterli olsa bile parmaklarımız adeta yazamaz olmuştu. Kafa yapımızda iflası zaten çekmişti. beş dersin peş peşe yazılı olmasına dayanamayan parmak kaslarımız adeta boykot edercesine direniyordu yazmamak için.

Son saatte Tevfik Beyin dersinden 2. dönem sözlüye kalkmayan bir ben, bir de Yüksel GÜNTÜRKÜN vardı. O günkü yazılılardan sözlü olacağımız derse zaten zaman ayıramamıştım. Ama Yüksel ile benim sözlü notum olmadığı için mutlak tahtaya kalkacağımızı biliyorduk. Öğle arasında çalışırım diye akşamdan ona zaman ayıramadım. Öğle araları sınıf maçları olurdu. O gün de bu maçlardan biri vardı. Maçı izleme heyecanından öğle arasını da değerlendiremedik.

Geldik altıncı saatteki Tevfik Beyin dersine. Zil çaldı öğretmen içeri girinceye kadar kitaba bakarak bir şeyler yakalamaya çalışıyorum. İki çok önemli konuya bakıyorum. Öğretmen içeri giriyor ben arka sıralarda oturuyordum. Arkadaşlar asker gibi ayakta ve hazır ol durumunda. Ben o arkadaşların siperinde ayağa kalkmadan o iki konuya ağırlık veriyorum. Ne kapabilirsem diye. Öğretmen o durumumu görse adeta aforoz ederdi. Derse girer girmez not defterini açtı. "Ali YILDIRIM ve Yüksel GÜNTÜRKÜN sözlü olmamışlar. Tahtaya gelsin " dedi. Bana bir sözlü sorusu sordu. Tabi cevap yok. Yüksel'e sordu onda da tık yok. İkinci sorular soruldu. Bende de tık yok. Yüksel arkadaşımda da tık yok. Yüksel’e sorulan soruların ikisini de ben çok iyi biliyordum. Niçin derseniz öğretmen sınıfa girdiği zaman bu soru sorulabilir dediğim o iki soruydu ama bana sorulmadı. Yüksel'e sormuştu. O tarihten bu güne kadar hep düşünürüm o sorulara ben niçin cevap vermedim diye. Yüksel zaten bilmiyor.

Konunun 2. perdesine gelecek olursak: Yüksel arkadaşımın birinci karnede notu 5; benim de 5.
İkinci dönem notlarımız birinci yazılı 5; ikinci yazılı dört. Bütün şartlar aynı. İkinci dönem önce 5 sonra 4 almak sınıfta kalmağa sebep oluyordu o yıllarda çünkü notta düşme vardı. Bir de bu yetmemiş gibi sözlüden ikimizde bir almıştık. Son dersti. Gün bitmişti. Akşam paydosuydu. Bendeki stres üst düzeye çıktı. 4. sınıfta kalmışım birde 5. sınıfta bütünlemesiz; direk kalırsam gündüzlüye ayrılma ve sonrası çekilecek çileli günleri düşleyerek çareler arar oldum o an. Ailemin ekonomik sıkıntıları nedeniyle "eğitim hayatım ne olur?" sorusunu bir film şeridi gibi her şeyi bir anda zihnimde düşünür oldum. Yoksa yolun sonuna mı geldik diye ümitsizliğe kapılıyordum. Bir şeyler yapmalıydım. Bir çare aramalıydım. Son ders çıkışı Tevfik Beyin odasına girme cesaretini kendimde hissederek odaya daldım.

"Buyur evladım!" dedi. "Hocam bugün beş dersimizde yazılıydı; o derslerim kritik diye onlara çalışmaktan sizin dersinize zaman ayıramadım. Ne olur yarından sonra hangi gün olursa bana bir sözlü hakkı daha verebilir misiniz" dedim. "Aman evladım" dedi. "Gerek yok; bak birinci dönem benden ortalama bir 5 almışsın; ikinci dönemde bir beş daha almışsın bir de 4 almışsın o da önemli değil. Benden 5 almak benim nazarımda 10 almak demektir." dedi. Ben de o anki ruh halimle bu hoca adından da dolayı kafa buluyor beni başından atmak istiyor gibi geliyordu. Bana yağ yakıyordu. "Sen okulda en sevdiğim terbiyeli dürüst bir öğrencisin "gibi iltifatlarla "sen kafana takma." Sen bu dersten geçemezsen kimse geçemez" diyordu.

Aslında hocamızın da bir daha not verme şansı yoktu. Son haftaydı. Salı diyorum ya belki notlar çarşambaya idarede olacak. Öyle dar bir zamandaydık. Ama ben asılıyordum hocaya "Ne olur bana bir şans daha" diye. Yapacak bir şey yoktu. Bu şekildeki 3-5 dakikalık konuşmadan sonra odadan çıktım.

Kapıdan çıkar çıkmaz benden haber bekleyen Yüksel GÜNTÜRKÜN'ü gördüm. Benden haber bekliyormuş. Olayları katkısız aynen ona da anlattım Yüksel de benden bu haberi alınca odaya daldı. Aynı şeyleri de ona anlatmış. "Sen sporcusun çok saygılısın".  Bana dediği gibi "benden 5 almak 10 almak sayılır. Sen kalırsan herkes kalır bu dersten" demiş. Yüksel de çıktı. Bunları bana anlattı. Onu bilmem ama ben mutlu olamadım. Hep düşünüyordum. "Karnede 5; notlar 5-4 sözlü 1: Bu not nasıl sınıfı geçer." diye. Arada Yüksel olmasa sözlüde başarılı olacağım belki . Ben hocaya durumu anlatıyorum beni himaye etsin diye yine Yüksel çıkıyor aradan. Hangimizi koruma altına alsın hoca. Bir düşünüyorum Yüksel benden avantajlı. Amcası aşçıbaşı Mehmet Usta. O zaman belki bize öyle geliyordu "Müdür gibi adam" Yüksel, Ali, Yaşar GÜNTÜRKÜN'ler sporcular okulda diğer hocalar tarafından olsun; beden eğitimi hocaları tarafından olsun sevilen, korunan bir artıları vardı. Bu düşüncelerimle kendim hakkımda hep kalacağım korkusu ile olumsuz düşünüyordum. 3-5 gün sonra okul bitti. Okul idari binasının camlarına sınıfını geçen ve kalanların listesi asılmıştı. Ali YILDIRIM GEÇTİ; Yüksel GÜNTÜRKÜN bütünlemeye kaldı yazıyordu.

Sınıfımı geçtiğim halde sevinemiyordum. Çünkü aynı şartlardaki arkadaşım kalmıştı. Bizler o yıllarda birbirimize iki kardeşten daha yakın birer dost, arkadaşlık bağı ile bağlıydık. Birbirimizi kardeşten daha iler sever, sayardık. Birimizin sevinci hepimizin sevinciydi; Diğer birimizin üzüntüsü hepimizin üzüntüsü olurdu.

 

NOT: Yazıya ilişkin görüş ve düşüncelerinizi GÜNLÜK'e yazabilirsiniz.

Free Counter
Görüntüleyen kişi sayısı

ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN