ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN

Yazan:Hasan Ali Kalayoğlu

RÜŞVET

            Yıl 1970, aylardan Eylül ve ben ilk atama yerim olan İskilip'in Sorgun köyündeydim. Ilgaz dağlarının eteklerine kurulmuş; yolu, izi olmayan tam bir orman köyüydü. Ulaşımı, kışa kadar tomruk kamyonları ile sağlıyorduk; ondan sonrası ise yayan. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, sinemada iyi bir film var diye 32 km yürüyüp gece ucu ucuna filme yetiştikten sonra, ertesi gün gene aynı yolu yürüyerek köye ulaştığımız günlerdi o dönem. Ve de devletin  "Sen 17,5 yaşındasın; o nedenle de maaş alamazsın. Ama 64 çocuğu sana emanet ediyorum, bunları okutup adam edeceksin." deyip beni dağın başına attığı bir dönem.
Benden bir yıl önce Çorum İlköğretmen Okulu'nu bitirerek buraya atanmış Mustafa Tetik adındaki bir arkadaşla çalışıyorduk. İkimiz de deyim yerindeyse zır acemiydik ve yaptığımız işin de eğitim-öğretimle çok fazla bağlantısı yoktu. O da hiçbir şey bilmiyordu ki bana öğretsin. Yani aklımıza ne gelirse onu yapıyorduk.
Öyle ya da böyle kışı geçirmiş, eğitim-öğretim yılının da sonuna gelmiştik. Sınıfını geçen ve kalanları belirledikten sonra karneleri doldurduk ve sınıf geçme defterlerini de düzenleyerek İlköğretim Müdürlüğü'ne teslim edilecek duruma getirdik. Her şey hazırdı. Cuma öğleden sonrası cip gelip bizi köyden alacaktı. (cip ücreti 125 liraydı) Karneleri dağıtıp okulun kepenklerini kapattıktan sonra eve geçerek valizleri hazırlamaya başladık.

Tam bu sırada, evin kapısı büyük bir gürültüyle açıldı. Dışarıya çıkıp baktığımda o güne kadar hiç görmediğim, yüzü 70-75 yaşlarında ama bedeni daha genç gösteren sert bakışlı bir ihtiyarın ayakkabılarını çıkarmakta olduğunu gördüm. Hem zamansız gelmesi, hem de kapıyı çalmadan içeri girmesinin verdiği hoşnutsuzluğu belli eden bir tavırla;
-"Buyur" diyerek kenara çekilip yol verdim.
Adam, büyük bir ciddiyetle içeri girip somyaya otururken, biz de "Tam gitmek üzereyken bu adamın işi ne?" diye düşünerek sandalyelere iliştik. Kısa süren sessizlikte, bizim niçin geldiğini sorgulayan bakışlarımızı da yakalayan ihtiyar, ikimizin gözlerine de dik dik baktıktan sonra yavaş yavaş elini cebine sokarak buruşmuş bir 50 tl (580 tl maaş alıyorduk) çıkarıp masanın üzerine koydu. Sonra da diğer elini belinin arka tarafına götürerek oradan çıkardığı toplu tabancayı şöyle bir havada tutup silaha sevgi dolu bir bakış fırlattıktan sonra yavaşça paranın yanına yerleştirdi ve ellerini parayla silahın üzerine koyarak konuşmaya başladı:
-"Hocalar, bana adıyla sanıyla Eşkıyanın Deli Memed derler. Pek adam içine çıkmadığım için görmüşlüğünüz yoktur. İnönü'nün reisicumhurluğunda askerden kaçtım ve 12 sene şu dağlarda kaçak gezdim. Bu arada da çok leşim oldu. Nasıl bir adam olduğumu daha iyi anlamanız için bunlardan bir tanesini anlatayım: Benim gibi kaçak bir arkadaşla birer yeni mavzer almıştık ama nasıl attığını henüz deneme fırsatımız olmamıştı. Ayrangölü'nün tepeden Bayat'ın Lapa köyü tarafına bakıyorduk. Bulunduğumuz yer öyle yüksekti ki, tarlalardaki adamlar nokta gibi görünüyordu. Birbirimize baktık ve mavzerleri denemenin tam zamanı diyerek yere yatıp tarlada çalışan iki kişiye nişan alıp ateşledik. Biri bir yana, diğeri öte yana devrildi. Sonra da elimizdeki mavzeri öpüp 'Gâvur ne silah yapmış be!' diyerek oradan uzaklaştık. Ben, böyle bir adamım işte."

Kısa bir sessizlik oldu ve bizim olduğumuz yerde donup kalmamıza aldırmadan konuşmasına devam etti:
-"Şimdi asıl konuya geleyim. Benim torun 3. sınıfta okuyan Mehmet. Bu sene sınıfta bırakmışsınız. Çocuk evde ağlayıp duruyor. Bakmayın böyle göründüğüme, aslında yüreğim yufkadır. Torunun bu haline dayanamadığım için geldim. Şimdi size teklifim şu: Ya bu oğlanı 4. sınıfa geçirip şu 50 lirayı alır afiyetle yersiniz, ya da ben parabellumu alıp ikinizi de hemen şimdi, burada yere sererim. Artık tercih sizin."

Kelimenin tam anlamıyla korkudan donakalmıştık. Birbirimize bakıyor ve ne cevap vereceğimizi bulmaya çalışıyorduk. Bir gün öncesi olsa, Mehmet'e çoktan sınıfı geçirmiştik ama şimdi geriye dönüş olanağı kalmamıştı. Sonuçları karne, sınıf geçme defterleri ve diğer evrakların hepsine işlemiştik ve değiştirmemiz de mümkün değildi. Çünkü Milli Eğitim silinti ve kazıntıları kabul etmiyordu. Üstelik Mehmet'in sınıfta kaldığını tüm çocuklar biliyordu ve onlara karşı ne cevap verecektik?

Sesimiz titreyerek adama yalvarmaya başladık:
-"Mehmet Amca, sana söz veriyoruz. Okullar açılınca sınav yapıp torununa sınıf atlatırız. Böylece gene 4. sınıfa geçmiş olur. Ama şimdi bunu yapmamız mümkün değil; evrakları değiştiremeyiz."

Biz, sözü birimiz bırakıp birimiz alarak adamı ikna etmeye çalışırken, Deli Mehmet sessizce dinliyordu. Kısa bir süre düşündükten sonra masanın üzerinde ışıl ışıl parlayan topluyu hafif hafif okşayarak karşılık verdi:
-"Gelecek yıla kim öle, kim kala hocalar. Bu iş şimdi ya bitecek, ya da bitecek."

Birbirimizi korku dolu gözlerle süzüyor ve bu beladan nasıl kurtulabileceğimizi düşünüyorduk. Adam, hiç de blöf yapan birine benzemiyordu; yapar mı yapardı. Tüm defterleri yeniden alıp yazmaya bile razıydık ama diğer çocuklara karşı durumumuz ne olacaktı? Silahı sevmeyen ve üstelik de çok korkan biri olarak gözümü masanın üzerendeki tabancadan ayıramıyordum.

Birden kapının çalınmasıyla kendimize geldik. İşte kurtuluş kendiliğinden gelmişti ve hayatımın hiçbir döneminde kapı vurulmasına bu kadar çok sevindiğimi hatırlamıyorum. İkimiz birden ayağa fırlayıp geleni karşılamaya koştuk. Aslında hiç sevmediğimiz ve sürekli bizden yiyip içen bir adamdı gelen ama o anda boynuna sarılıp öpesim geldi. Daha önce evi boş sanıp gelmesin diye lambayı kapatıp karanlıkta oturan biz, adamın ellerine sarılarak hemen içeri buyur ettik. Bu arada da yan gözle Deli Mehmet'in aceleyle masadakileri ceplerine yerleştirmesini izliyorduk. Karşılaştığı ikramdan şaşkına dönen misafirimiz içeri girer girmez Deli Mehmet yavaş yavaş ayağa kalktı ve "Hocalar, sözünüzde durun, yoksa Deli Memed gene gelir. Bu sefer sizi bu yalaka bile kurtaramaz" diyerek çıktı gitti.

SONUÇ: Eylül'de okullar açılır açılmaz 3. sınıfta kalan Mehmet için tek başına sınıf atlatma sınavı yaptık. Yaptığımızın kurallara uygun olup olmadığı umurumuzda bile değildi. Mehmet, sınavda büyük bir başarı göstererek(!) 4. sınıfta okumaya hak kazandı. Eşkıyanın Deli Mehmet'i ise bir daha hiç görmedim.

 

NOT: Yazıya ilişkin görüş ve düşüncelerinizi GÜNLÜK'e yazabilirsiniz.

Counter
tekil görüntülenme

ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN