ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN

Yazan: Hasan Ali Kalayoğlu

DOĞUM GÜNÜ

            Hani öğretmenler ve çocukları için "Mum dibine ışık vermez" derler ya. Bir bakıma doğrudur bu söz. Fark etmişsinizdir; sınıftaki çocuklara aynı konuyu defalarca anlatmaktan usanmazsınız ama kendi çocuğunuza bir kez anlatıp da "anlamadım" yanıtını alınca hemen sinirlenirsiniz. Daha çok "benim çocuğum nasıl olur da bir kez anlatıldığında anlamaz" düşüncesinin tepkisidir bu. Ben de kendi çocuğumla yaşadığım bir anımı aktarmak istiyorum sizlere.
            1995 yılında dershanede çalışmaya başladıktan bir yıl sonra da şimdiki adıyla SBS bölümünün rehberlik sorumluluğuna getirilmiştim. Ben, 25 yıl sınıf öğretmenliği yapmış biriydim ve bu konuda hiçbir birikimim yoktu. Ama biraz çalışmayla üstesinden gelebileceğime de inanıyordum. Büyük zorluklar içinde geçti ilk yıllar. Bir de o günlerde bilgisayar, internet gibi şu anda bana çok yardımcı olan araçların olmadığını da düşünürsek, neler çektiğimi anlarsınız.
            650 civarında öğrencimiz vardı ve ben bunların hepsine haftalık çalışma programı hazırlıyordum. Hem de herkese özel ve renkli kalemlerle yazıp çizerek. Tabii ki gece yarılarına kadar devam eden bir çalışmaydı bu. Öğrencilerden önceden aldığım bilgiler arasında doğum tarihleri de vardı. Bunları bir ajandaya not alıyor ve akşamları her günün sayfasını açıp o gün doğanları bizzat arayarak doğum günlerini kutluyordum. Hatırlanmak, önemsenmek ve değerli olduğunu hissetmek hepimizin olduğu gibi çocuğun da çok hoşuna gidiyor; onların mutlulukları da bana daha çok gayret veriyordu.
            2 Eylül günüydü. Dershaneler eğitim-öğretim yılına okullardan önce başlarlar. Bizde de böyle olmuş, ben program yapma ve doğum günü kutlamalarına büyük bir hızla girişmiştim. Başımı kaşıyacak zamanım yoktu. Akşam eve gitmeden önce her zamanki gibi ajandayı açarak o gün doğan olup olmadığına baktım ve birden donakaldım. Gördüğüme inanmam ve bunu içime sindirebilmem çok zordu. Çünkü listenin en altında çok tanıdık bir isim vardı; hem de kendi el yazısıyla yazılmıştı. Oğlumun ismi; Özgür Kalayoğlu. Ve yanındaki parantezde de bir not: "Baba, tüm öğrencilerinin doğum günlerini unutmamak için buraya yazıp kutladığını biliyorum. Ama bu arada, son iki doğum günümde olduğu gibi benimkini unutuyorsun. Bu yıl da unutmandan korktuğum için buraya yazdım. Çünkü 2 Eylül'de bu sayfaya mutlaka bakacağını biliyorum. Lütfen beni de ara."
            Belime kadar oturdum yerime. Oturmaktan öte çökmüştüm. Darbenin şiddetinden sersemlemiş, gözlerimden akan yaşı silmeye çalışıyordum. Tanrım, ben ne yapmıştım böyle! Başkalarının çocuklarını düşünürken, kendi yavrumu unutmak gibi bir yanlışı nasıl yapabilmiştim? Ve eve gittiğimde çocuğumun yüzüne nasıl bakacaktım..?
            Oğlumun bana verdiği dersi hiç unutmadım ama biraz geç olmuştu galiba. O günden beri de hep şunları düşünürüm: "Doğruyu bulabilmek için mutlaka okkalı bir şamar yememiz mi gerekiyor? Niçin hep önümüzdeki kendi doğrularımızı görmezden geliriz de başkalarının doğrularını ibretle seyrederiz?"
            Evet, hep bunları düşünürüm de yanıtını bir türlü bulamam. Ne dersiniz, siz buldunuz mu?   

NOT: Yazıya ilişkin görüş ve düşüncelerinizi GÜNLÜK'e yazabilirsiniz.

Tracker                       Paylas

ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN