ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN

Yazan:Atakan Gülez

'ÖĞRETMEN DAKİK OLMALI'

            Meslek yaşamımın 29. yılında, 2002 eğitim-öğretim yılının başında Niğde Cumhuriyet Lisesi'nde Tarih öğretmeni olarak göreve başladım. Çorum Eti Lisesi'nden Niğde'ye gitme gerekçem, küçük kızımın Eğitim Fakültesi, oğlumun da Fen Fakültesi öğrencisi olmalarıydı.

            Göreve başlamamdan bir ay sonra okulda müdür değişikliği oldu. Okulumuz müdürlüğüne Çamardı İmam-Hatip Lisesi Müdürü atandı. Ben de bu arada yeni göreve başlamış bir öğretmen heyecanıyla derslerime giriyor, okula ve öğrencilerime alışmaya çalışıyordum. Şunu da belirteyim: Cumhuriyet Lisesi henüz 5 yıllık bir lise. Genç oluşu öğretmen kadrosundan da açıkça belli oluyordu. Öğrendim ki, okulda yöneticiler dâhil en kıdemlisi benim. Genç öğretmenlerin büyük çoğunluğu büyük kızım Evrim'in yaşıtı. Bana kimisi "hocam", kimi "ağabey", kimi öğretmenim, hatta "baba" diyenler bile olmuyor değildi. Tabii ki bütün bunlar, onların bana duydukları saygı ve sevgiden kaynaklanırken, benim de onlara duyduğum hoşgörünün bir sonucuydu.

            Okul Müdürü göreve başladıktan yaklaşık iki ay sonra beni odasına çağırarak samimi bir şekilde yer gösterip hal hatır sorduktan sonra:
            -"Hocam, öğrendim ki siz de buraya yeni atanmışsınız. Ayrıca aramızdaki en yaşlı ve kıdemlimiz sizmişsiniz. Göreve başladığımdan bugüne kadar sizi gözlemliyorum. Bu arada başarılarla dolu dosyanızı da inceledim. Her şey çok olumlu. Doğrusu sizin adınıza çok sevindim ama aynı zamanda da merak ettim. Siz bu çalışma azmini ve meslek ahlakıyla disiplinini nasıl kazandınız?"

            Ben de kendisine Köy Enstitülü bir öğretmen babanın oğlu olduğumu,  ilk prensipleri ondan aldığımı, ayrıca mesleğimi de severek yaptığımı ve eğitimim sırasında değerli öğretmenlerden çok şey kazandığımı söyledim. Bu arada çaylar geldi ve biz samimi bir sohbeti sürdürmeye devam ettik. Daha sonra izin isteyerek yanından ayrıldım.

            İşte anılar zincirinin halkalarında geriye dönüş o görüşmeden sonra başladı. İlk mezun olduğum yıl, Trabzon Fatih Eğitim Enstitüsü'nün Sosyal Bilgiler Bölümünde öğrenime başladım. Henüz bir ay geçmişti ki okulumuza Çorum'dan bir öğretmen atandığını duyduk. Bu arada aynı okulda bizden önceki sınıflarda Hıdır Koşar, Sami Türkmen, Erol Gümüş ve Kemal Can ile dönem arkadaşlarım Hasan Danışman, Ahmet Gedik ve sınıf arkadaşım Adnan Uğur İrdem'le birlikte okuyorduk. Kendi aramızda kimin geldiği merak konusu olurken, öğrendik ki gelen hocamız Tevfik Akın'dan başkası değildi. O her zamanki gibi heyecanlı,  biraz aceleci ve gülen yüzüyle Psikoloji dersinde gene karşımızdaydı.

            Bu arada corumio.com'da, Ali Yıldırım arkadaşımızın Yüksel Güntürkün'le birlikte, Tevfik Hocamızla yaşadıkları bir anısını okudum. Ali arkadaşımız hocamızın Trabzon Eğitim Enstitüsü'nde not yönünden ne kadar bonkör olduğunu görse eminim bizlerden daha çok şaşırırdı. Niye derseniz, ben de Öğretmen Okulu son sınıfta Sosyoloji'den o kadar da çalışmama rağmen sadece bir kez beş alabilmiştim. Burada ise, Adnan'la birlikte yazılı notlarımız sekiz-dokuzdan aşağı gelmiyordu.

            Bir gün samimi bir ortamı fırsat bilerek sordum:
            -"Hocam, notunuz bu kadar boldu da, Çorum Öğretmen Okulu'nda niye cimri davranıyordunuz?"
            Hocamız, gülümseyen yüzüyle bana bakarak cevapladı:
            -"Atakan, yavrum, Çorum'da iken aklınız bir karış havadaydı. Burada daha çok çalışıyorsunuz. Farklılık bende değil sizde."

            O, bunları söyleyince, aklıma Çorum'daki öğrencilik yıllarında bir kısım arkadaşın sabahın köründe kalkarak okulun arka tarafındaki Aşçı Bağları ve fidanlığın ara yollarında bağırarak Sosyoloji ve Psikoloji çalıştıklarını anımsadım.

            Tevfik Bey, 1971-72 öğretim yılı sonunda Samsun Eğitim Enstitüsü'ne atandı. 1977 yılı Temmuz ayında Hıdır Koşar'la birlikte eşlerimizi de yanımıza alarak burada hocamızı ziyaret etmiş, kendisinin çok mutlu olduğunu görünce biz de sevinmiştik.

            1994 yılında Çorum Bahçelievler Ortaokulu'nda müdür yardımcısı olarak çalışırken ilginç bir olay yaşadım. Bildiğiniz gibi Tevfik Hocamız okul lojmanında otururdu ve o minimini, sarışın ve saçları arkadan çift örgülü Leyla kızını hepimiz bilirdik. İşte o küçük kız büyüyerek Resim öğretmeni olmuş ve benim çalıştığım okula atanmış. Burada hocamı yeniden karşımda görmekten çok mutlu oldum ve kızıyla da birkaç yıl birlikte çalıştık.

            Eğitim Enstitüsü'nü 1973-74 döneminde bitirmiş, bu arada da yarıyıl tatilinde evlenmiştim. 1976 askerlik dönüşü Çorum Eti Ortaokulu'na atandım. Okul başlayıp heyecanla öğretmen odasına girdiğimde karşıma kimler çıktı dersiniz? Meslek Dersleri öğretmenimiz Mustafa Işıker, Matematik öğretmenimiz Rasim Elverici, Fen öğretmenimiz Filiz Gül, Tarım öğretmenimiz Hikmet Özsaraç, Resim Öğretmenimiz Müjgan Çırpı (Serim) ve Din dersi öğretmenimiz Mahmut Keskin. Bu kadroya iki yıl sonra da Müzik öğretmenimiz Rüştü Aksoy da katılınca, doğrusu kendimi Çorum Öğretmen Okulu'nda öğrenciliğime devam ediyorum sandım. Ayrıca Eti Ortaokulu'ndaki öğrencilik yıllarımızdan öğretmenlerimiz Baki Şahin, Ayten Dağaşan, Cahit Gümüş, Mehmet Göl ve Gülten Doğan da şimdi mesai arkadaşımız olmuştu. Yalnız bu duyguları yaşayan sadece ben değildim. Aynı okulda Handan Samgar, Vural Aykaç, Hıdır Koşar, Ali Rıza Özlü, Yusuf Renkli, Nihat Gökhan, ve Kemal Can gibi eski Çorum Öğretmen Okullularla birlikte görev yapıyorduk.

            Bu günlerin değerini çok daha sonra anladım. Çünkü bizi yetiştiren o eşi bulunmaz değerdeki insanlar, bu kez de ilerlemiş yaşlarına rağmen, birebir yaşayarak ve yaşatarak bizlere öğretmenlikte de örnek olmaya devam ettiler. Örneğin, ders zili çalar çalmaz Öğretmen odasından en önce çıkan Mustafa Işıker öğretmenimiz olurdu. Hepsi de tertemiz önlükleriyle ve hiç bitmeyen enerjileriyle önümüzde heykel gibi yürüyerek önderliklerini sürdürmeye devam ettiler. O yıllarda, Mustafa Işıker öğretmenimizin bize okulda söylediği bir söze öncelikle kendisinin ne kadar sadık kaldığını hayranlıkla izlemiştim: "ÖĞRETMEN DAKİK OLMALIDIR."

            Aradan yıllar geçti ve 1989'da Çorum Bahçelievler Ortaokulu’na atandım ve iki yıl sonra da yine müdür yardımcısı oldum. 1993 yılında bu kez de emekli olduktan sonra göreve yeniden dönen Matematik öğretmenimiz Günaydın Çetiner benim okuluma atandı. Ben hocamızı karşılama heyecanı içindeyken bir de baktım ki Okul Müdürüm Cemal Ercan daha da heyecanlı. Çünkü o da 1968 mezunu. Orada da Hicran Özdemir, Vural Aykaç, Mahmut Bayatlı ve Gazi Kalender'le birlikte çalıştık. İçimizde en rahatımız Mahmut Bayatlı'ydı. Çünkü muhabbet yapmayı hocamız da, o da çok severdi. Günaydın Bey, duruşuyla, yürüyüşüyle, her zaman boyalı ayakkabılarıyla, tertemiz önlüğü ve müthiş hafızasıyla yine hepimizin bildiği Günaydın'dı. Son zamanlarda yürüyüşündeki hafif değişimi kendisine sorduğumda, gözlerime bakarak:
            -"Gut hastalığı Atakan, kırmızı eti çok yersen senin de başına gelir." Dedi.
            Ben o yıllarda yaklaşık yirmi yıllık öğretmen olmama rağmen, Günaydın Bey'in yanında kendimi öğrenci gibi hissediyor ve ona karşı meslektaşım gibi değil, öğretmenim gibi davranıyordum. Hatta muhabbet amacıyla gittiğimiz bir bağ evinde, en iyi yaptığı Çoban Salatasıyla uğraşırken, benim tedirgin davranışlarımdan rahatsız olmuş olmalı ki, hafif tertip bağırarak bu duruma son verdi:
            -"Lan gobel, yeter artık gelinlik ettiğin. Özellikle bu masada çekinme olmaz. Artık hepimiz meslektaşız."
Üzerimden büyük bir yükün kalktığını hissetmeme rağmen, Günaydın Bey benim için yine Günaydın öğretmenimdi.

            Hocamızı, Adil Bilir arkadaşımla 1994 yazında Kemer'deki yazlığında ziyaret ettik. Çok sevinerek bize hemen bir masa hazırladı. Çorum'dan bidonla getirdiğini söylediği kaçak rakıdan kadehleri doldurduktan sonra;
            -"Lan gobeller, kendi elceğizimle yaptım." Diyerek Kemer biberinden yaptığı acı turşuyu ikram etti. Okuldaki Günaydın Çetiner'le, karşımdaki Günaydın Çetiner arasında hiçbir benzerlik yoktu. Öyle içten, öyle yakındı ki...
            Onu 1998 in 13 Mayıs'ında kaybettiğimizde, bir görevle Ankara'ya gitmiş, duyunca gözyaşlarımı tutamamıştım. Bu nedenle de cenazesine omuz veremedim. Bu duruma hala üzülürüm.

            Son bir anı daha. Yıl 1996. Belediye, Çorum Eğitim ve Kültür Vakfı (ÇEKVA) ya Kültür Sitesi binasında bir yer ayırmış, ben ve Filiz Gül öğretmenimiz burada ücretsiz ders veriyorduk. Bu arada eski müdürümüz ve öğretmenimiz Tayyar Kerman birdenbire karşıma çıkmasın mı? O da aynı yıl ÇEKVA tarafından bastırılan "Çorum Ağzından Derlemeler" kitabı için uğraşıyormuş. Çok sevindim ve o günden sonra sık sık hocamızla bir araya gelerek sohbetler yaptık. O gülümseyen yumuşacık yapısı hiç değişmemişti. Onu da sanırım 2003'te kaybettik.

            Sonuç olarak, ara sıra öğrencilerimin ve genç öğretmenlerin bana yönelttiği "Hocam, sen bu enerjiyi nereden alıyorsun?" sorusuyla her karşılaştığımda yukarıda yazdığım anıları anımsarım. Tüm arkadaşlarımın da aynı duyguları paylaştığını buradan görür gibiyim.

            Sevgili öğretmenlerim, iyi ki öğretmenim oldunuz ve iyi ki tanıdım sizleri. Hepinizle gurur duyuyorum ve duymaya da devam edeceğim. Tüm arkadaşlarım adına aramızdan ayrılanlara Allah’tan rahmet, geride kalanlara da sağlıklı bir ömür diliyorum. İyi ki varsınız.

NOT: Yazıya ilişkin görüş ve düşüncelerinizi GÜNLÜK'e yazabilirsiniz.

free hit counter for craigslist                       Paylas

ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN