ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN
Yazan: Satılmış Gülenoğlu
BABALAR VE ÇOCUKLARI |
 |
Yıl 1970 ve bizler Çorum Öğretmen Okulu'nun son sınıf öğrencileriyiz. Sınıfımız 6/D. Bizden önceki 6/D liler Anadolu'nun dört bir yanında görevlerine başladılar bile. Onlar artık gerçek öğretmen oldu; bizlerse öğretmen adayıyız.
Bence Öğretmen Okullarının en güzel yanlarından biri de staj olayıydı. O dönemde köyde bir ay, şehirde on beş gün yapılırdı. Biz de 1970 yılının Aralık ayının ilk günü 6/D sınıfı olarak staja çıktık. Onar kişilik gruplar halinde dört köye dağılıyorduk. Eski model bir kamyona ranza, yatak, yiyecek ve daha ne varsa yükleyip staj köyümüz olan Yenihayat'a vardık. Öğretmenlerin gözetiminde çabucak yerleşip düzenimizi kurmuştuk. Her gün iki arkadaşımız nöbetçi kalıp temizlik ve yemek işlerimizi hallediyor, diğerleri ise derslere girip not alıp, eleştiri yapıyorduk.
Şimdi geriye dönüp o günleri düşünüyorum da, bizler öğretmenliği yaparak ve yaşayarak öğreniyorduk. Bizden sonra üç ayda eli tabancalı öğretmenler türettiler. Dahası bu da yetmedi, ziraat teknisyenlerini, veterinerleri ve imamları öğretmen yaptılar. Oysa bunlardan hiçbiri öğretmenlik formasyonu almamıştı.
Bizim sınıfı dağıttıkları dört köy aynı yol üzerinde ve birbirine yakındı. Bir gün Hamdiköy grubu bizi yemeğe davet etti. Ben, Hacı Celebci, Göksel Kayı, Diyarbakırlı Musa ve diğer iki arkadaşla Hamdiköy’e gittik. Sağ olsunlar arkadaşlar çok iyi hazırlanmışlar; et, ekmek boldu. Ayrıca ev yapımı rakılar da sofrada içebildiğin kadar. Öyle güzel eğleniyoruz ki, hepimizin içi kıpır kıpır. Çok az kaldı öğretmen olup Anadolu'nun dört köşesine dağılmamıza. Sabırsızlıkla bekliyoruz o günleri. En güzel memleket türküleri dudaklarımızdan dökülürken, havalarda uçuyoruz.
Biz o neşe içinde gülüp oynarken kapımız hızlı hızlı çalındı. Birden, dışarıdaki dondurucu soğuktan daha da beter bir soğuk hava esti aramızda. Panikle birbirimize bakıp kalakaldık. Siverekli Cuma "Vallah hocalar gelmiştir dinime, imanıma." diye fısıldayınca, hepten korkup titremeye başladık. Kapının arkasında kim vardı acaba?
Çaresiz açtık kapıyı. Karşımızda, köyde nöbetçi bıraktığımız Kastamonulu Hayrullah Sertdemir duruyordu. Can arkadaşımız, gece ayazında 4 km. koşup bize haber vermek için gelmişti. "Arkadaşlar hocalar gelip sizi sordu. Sonra da yukarı köye gittiler"” dedi.
Artık eğlence bitmiş, yerini korku ve panik almıştı. Köyü izinsiz terk etmek suçtu. Üstüne bir de içki içmiştik ki bu daha da beter suçtu. O yılların sisteminde tüm dersleri 10 olsa da uygulama notu düşük olan sınıfta kalıyordu. Ne yapacağımıza karar veremiyor ve birbirimize giriyorduk. Önce köyün mezarlığına saklandık. Oradaki tartışmalardan sonra da köye gitmeye karar verdik ve yola çıktık.
Hamdiköy'den 100 m henüz uzaklaşmıştık ki karşıdan gelen bir aracın ışıkları göründü. Hayrullah, saklanmak için yandaki tarlaya atlayınca karanlıkta görünmeyen su kanalına düştü. Çıkardığımızda her tarafı çamur içindeydi. Biz Hayrullah'la uğraşırken de araba gelip önümüzde durdu. İçinden Müdürümüz Hasan Bozalp ile Rasim Bakırcıoğlu ve Yusuf Güneş öğretmenlerimiz indiler. Biz, süt dökmüş kedi gibi sıraya dizilmiş duruyorduk. Her şeye razıydık, hatta dayağa bile; yeter ki stajımız yanmasın. Müdürümüz açtı ağzını, yumdu gözünü; bağırdı, çağırdı, ağzına geleni söyledi. Sinirden tir tir titriyor, ne yapacağına karar verememenin belirsizliğinde tehditler yağdırıyordu.
İşte tam bu noktada, devreye Yusuf Güneş öğretmenimiz girdi. O anda eminim bizi öz çocukları gibi görüyordu ve biz de kendimizi onun öz evlatları gibi hissediyorduk. Farkında olmadan babalar ve çocukları misali yanına sokulmuştuk. Gayet yumuşak ve tatlı bir sesle hata yaptığımızın farkında olduğumuzu, bir daha yapmayacağımızdan emin olduğunu bu nedenle de affedilmemizi istedi. Rasim öğretmenimiz de Yusuf Bey'le aynı görüşte olduğunu söyleyerek o da affımızı rica etti. Sonuçta da, kalbi insan sevgisiyle dolu olan bu üç insan bizi affetti. Yayan gitmemize de gönülleri razı olmadığından, kendileri Hamdiköy'de inip bizi araçlarıyla köyümüze gönderdiler. Bu kadar korkudan sonra rahatlamanın, biraz da damarlarımızda dolaşan alkolün etkisiyle hep bir ağızdan "Allı Turnam" türküsünü söyleye söyleye köyümüze vardık.
Aradan tam kırk iki yıl geçti. Şu anda yeniden içimi dolduran o coşkuyla ellerinizden öpüyorum öğretmenlerim.
NOT: Yazıya ilişkin görüş ve düşüncelerinizi GÜNLÜK'e yazabilirsiniz.
ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN