ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN

BU DA BENİM VİZONTELEM                                  

Yazan: Hasan Ali Kalayoğlu

              Ülkemizde siyah beyaz da olsa televizyon yayınlarının başladığı 1970li yılların sonları. İskilip’in ……. Köyü’nde müdür yetkili sınıf öğretmeni olarak çalışıyorum. Köyde elektrik yok. Ulaşım da traktörlerle sağlanıyor. Oğlum ilçe merkezinde okula başladığı için yalnız kalıyorum. 1973 Murat 124’üm var ve her hafta pazartesi sabahı köye gidip cuma akşamı ilçeye dönüyorum.
              Köyde vakit geçmek bilmiyor. Ve ben elektriksiz köyde TV izlemenin bir yöntemini bulmak için uğraşıyorum. Oto elektrikçisi bir arkadaş, lojmanın üzerine rüzgârla ve rüzgârsız havada da bir kol yardımıyla döndürülecek bir pervane takılıp bunu dinamoya bağlayarak elde edilecek elektriğin depolanacağı bir akü ile lojmanın elektrik sorununu halledebileceğini söyledi. Hatta köy odası, cami ve kahve gibi köyün ortak kullanımlı birkaç yerine de elektrik verebilecektim. 
              O yıllarda televizyon işinden az da olsa anlayanlar toplumda büyük saygınlık görüyordu ve benim de böyle bir arkadaşım vardı. O da elektrik sorunu çözülürse ve köyde TV yayını alınabilirse geri kalan işleri de kendisinin halledeceğini söyleyince doğrusu ya iyice heveslendim. Ama önce yayının köyde izlenip izlenmediğini anlamamız gerekiyordu. Bu nedenle arkadaşım kırsal kesimde yayın aramak için kullandığı 8 büyük pille çalışan 15 ekran siyah beyaz televizyonunu köye götürmem için bana verdi.
              Köye döndüğümde hemen kaldığım lojmana televizyonu kurarak TRT logosunu aramaya başladım. Yayınlar akşamları yapıldığı için gündüzden logoyu bulup geceye hazır edecektim. Tüm aramalarım boşa gidince, akşam okulu tatil eder etmez televizyonu koltuğumun altına sıkıştırdığım gibi köy içinde dolaşmaya başladım. Gençler ve çocuklar da peşimden geliyordu ama ne yazık ki hiçbir yerde yayını yakalamamız mümkün olmadı. Bunun üzerine yakın tepelere tırmandım. Tabii köyün yarısı da benimle birlikte. O akşam tepeden tepeye dolaştık. Yayın logosunu bulduk ama çok karlıydı ve izlenebilecek kalitede değildi. Ertesi akşam daha yüksek tepelere tırmanmaya başladık derken en sonunda köyden 4–5 km. uzaklıktaki bir tepede o günlere göre iyi kalite bir yayın yakaladık ve hemen oraya oturup piller bitinceye kadar izledik. İyi ki ilkbahar günleriydi ve pek üşümüyorduk.
               Ertesi gün haber köye bomba gibi düşmüştü ve herkes yayının köyde nasıl izleneceğini sormaya geliyor, ben de arkadaşın bana söylediklerini anlatıyordum. O akşam, daha dersten çıkmadan gençler geldi ve “Hocam biz bu akşam televizyon izlemek istiyoruz. Bize kurabilir misin?” diye sordular. Ben de “Dün akşam pil bitti. Yenisini alıp getirirseniz gider izleriz.” dedim. Hemen eller cebe girdi ve pil parasını toplayıp köydeki bakkaldan aldılar. Ben de ders bitince televizyonu kucakladığım gibi tepeye yöneldim. Tabii tüm gençler de arkamda. Bu kez dün akşama göre çok daha kalabalıktık. Ben önde, onlar arkada düğün alayı misali bir saat yokuş çıkıp tepeye ulaştık ve yayın bitip de “Televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız.” yazısı çıkıncaya kadar izleyip gece yarısı köye döndük. Zaten son anlara doğru pili de bitirmiştik. Giderken akşam yiyeceğimiz hiçbir şey almadığımız için açlıktan midemiz kazınıyordu.
              Ertesi gün öğle sonu sınıfın kapısı vurulduğunda, yine gençlerin geldiğini düşünmüştüm ama bu kez gelenler köy kadınlarıydı. “Hoca, televizyonu bu akşam da biz izlemek istiyoruz. Pilimizi de alacağız.” dediler. “Tamam” demekten başka ne söyleyebilirdim ki!
              Kadınlar erkeklere göre daha düzenli bir program hazırlamışlardı. Birkaç tanesi önceden gidip ocak yakmışlar ve çay suyuyla bulgur pilavını ocağa koymuşlardı. Giderken de yoğurt, ekmek ve yumurta götürdüler. Ben de köy bakkalından leblebi ve lokum aldım. Biz, düğün alayı gibi tepeye ulaştığımızda her şey hazırdı. Yayın zaten akşam başlıyor, 3 saat sonra da sona eriyordu. Karnımızı güzelce doyurup çayımızı içtikten sonra televizyonun başına geçtik.
              Belki 100 tane kadın ve tabii ki bir de ben 15 ekran bir televizyonda ne izlenebilirse bir saniyesini kaçırmadan izlemeye çalışıyorduk. Televizyonu en tepeye koymuş, aşağıya doğru sıralanarak da hiç kimsenin diğerinin görüntüsünü engellemeyecek şekilde oturmuştuk.Televizyondan uzaklaşıldıkça tepe aşağı inildiğinden kafalarımızı ta yukarılara doğru kaldırmak zorunda kalıyorduk ama hiç kimse bu durumdan şikâyetçi değildi.
              Kadınların şansı varmış; o geceki yayında ayrılık ve gözyaşı kokan bir Türk aşk filmi vardı. Ağlaya sızlaya, burun çeke çeke izledik. Onlar serbestçe ağlıyorlardı ama ben ağladığımı belli etmemek için sürekli yutkunmak zorunda kalıyordum. O kadar sessizdik ki, bize görünmeden yayını kaçak olarak izlemeye gelen birkaç gencin ayak sesini duyarak hemen yakalayıp oradan uzaklaştırdık. Çünkü o gece kadınlar matinesiydi; erkeklerin izlemesi yasaktı. Tabii makinistlikle görevli benim dışımda…
              Ertesi gün cumaydı ve ben dersten sonra ilçeye gidecektim. Gençler televizyonu götürmeyip köyde bırakmamı istediler ama zaten deneme amaçlı getirmiştim ve bana emanetti. Bu nedenle geri götürüp arkadaşa teslim ederek yayın durumunu anlattığımda, köyden izlememizin mümkün olmadığını söyledi. Çünkü yayını alabildiğimiz tepeye verici kurulması gerekiyordu ama benim kaldığım lojmandan 4–5 km öteye elektriği nasıl götürecektik? Ancak o tepeye de bir elektrik üreteci sistemi kurarsak sorunu çözebilirdik ama dağın başında o sistemi hırsızlardan nasıl koruyacaktık?
              Bu sorunları aşamadığımız için daha uzun yıllar o köyden TV yayınları izlenemedi. Ama o üç günlük yayının tadı hiç unutulmadı. O köydeki dostlarla bir yerlerde karşılaştığımızda o günler aklımıza gelir ve yanımızdakilerin alaylı gülümsemelerine aldırmadan birbirimize aynı heyecanla anlatırız.    

  Paylas

ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN