ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN

OTUZ BEŞ YIL SONRA

Yazan: Muzaffer Gündoğar 

Kıyı kültür ve sanat dergisinin (Ağustos 1999) 161. sayısının Atardamar bölümünde seninle ilgili bir söyleşi yayımlanmıştı. Gazanfer Eryüksel söyleşinin bir yerinde de şöyle sormuştu sana:                

“Sizi yazmaya özendiren etmenler nelerdi?”     

Söyleşi metni Kıyı’ya gönderildikten sonra, bu soruyla ilgili önemli bir ayrıntıyı atladığını anımsayacaktın. Bu ayrıntı, 1961 yılına ait sevgili öğretmenin Adnan Binyazar’la ilgili bir anıydı. Sonradan bu konuyu Gazanfer Eryüksel’e açtığında, mutlaka yazmanı söyleyecekti. Sen de onun isteğine uyarak kaleme alacaktın bu konuyu. Biz de, bu  konunun akışı içinde geçmişe bir yolculuk yapacaktık seninle birlikte. Bizleri 40 yıl önceye, 1961 yılına götürecektin. Geçmişinin gizem dolu kapılarını seninle birlikte aralayacak, seninle birlikte yeniden yaşayacaktık o günlerden bu günlere uzayan yaşam serüvenini.  

 Çorum’da, ortaokul öğrenimin süresince bir yıl postacı dayın Şükrü Bellek’in, bir yıl da babanın asker arkadaşı Palabıyıklı Sadık Bülbül’ün yanında kalacaktın.(her ikisini de eşleriyle birlikte her zaman rahmetle anmaktasın.) Kalan iki yıllık süreyi de, yoksul öğrencilere yatakevi olarak ayrılan okulun son katında tamamlayacaktın. O zamanlar okuduğun okulun orta bölümü dört yıllıktı. 

Burada en büyük sıkıntın yemek konusuydu. Lokantada yemek yemeye ekonomik gücün yeterli değildi. Taşralı pek çok arkadaşın üç öğün lokantadan yiyorlar, babaları da aylık olarak ödüyorlardı yemek bedellerini. Onlara her zaman imrentiyle bakmışsındır. Sabah kahvaltılarını simit ve çayla geçiştiriyor, diğer öğünlerde ise; mevsimin özelliklerine göre, ekmeğin yanına üzüm, domates, zeytin, peynir, reçel, sanayağı, helva vb gibi yiyecekleri katık ediyordun.   

 Bu olumsuz koşullarda başarılı bir öğrenci olman zordu elbette. O nedenle orta sonda iki dersten başarısız olup, bir yıl beklemeye kalacaktın. (Haziran 1960)

 Ertesi yıl, 1961 yılı bahar döneminde iki dersin sınavını başaracak, okulun orta bölümünü bitirecektin. Ne yazık ki bu da senin öğrenim yaşamının sonu olacaktı. Ekonomik açmazlarını gerekçe gösteren baban seni okutmayarak, kestirmeden bir meslek ya da bir iş sahibi olmanı isteyecekti.    

Ama nasıl?

İşte bu soruyu yanıtlamak kolay değildi.

 Babanın bu kararı seni son derece üzecek ve bunalıma sokacaktı. Eğitimsiz kalmak, toplumda ikinci sınıf vatandaş konumuna düşmek gibi bir şeydi senin için

 “Okuyacağım, okuyacağım!” çığlıkların kendi iç dünyanda yankılanacak ama onu senden başka kimse duymayacaktı. Baskılı bir ortamda yetişmiş olmanın ezikliği,  büyüklerinize karşı geleneksel saygınız “okuyacağım!” diye diretmeni engelleyecekti. Oysaki ne çok istiyordun okumayı. İlkokul 4. sınıftan bu yana da şiirler, öyküler yazmaya çalışıyordun. Okul gazetesinde de şiirlerin yayımlanmıştı orta birden itibaren. İlkokulu bitirmeden önce Geleneksel Aşık Edebiyatı’nın hemen hemen tüm kitaplarını okuyup bitirmiştin. Salt onları mı? Değil elbet. Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmen ağabeyinin birçok romanlarını da okuyacaktın. Hayvan otlatmaya giderken bile, ekmeğinden önce kitap girerdi azık torbana. Bedenin beslenmesi kadar beyninin de beslenmeye gereksinimi olduğunu, ta o zamanlar anlamıştın. 

 1961 yılı haziranıydı.

  Köyde her gün işte güçteydin. Akşamlara değin çalışıyor, bir işten ötekine, ötekinden berikine koşturup duruyordun. Kendini işe vererek kurtulmaya çalışıyordun bunalımlarından. İçindeki okuma ateşi de gittikçe alevleniyordu. Olayın akışını zamana bırakıyordun. Nasıl olsa lise kayıtlarına daha zaman var. Belki o zamana değin babam yumuşar, öğrenimimi sürdürmeme izin verir diye umut ediyordun. Ama zaman içinde bu umutlarının boşa çıktığını görecek, bir kez daha kahrolacaktın. Kendi doğrularından başka doğru kabul etmeyen baban, eğitimini sürdürmeni istemeyecekti.         

İşte o günlerde Çorum’a giden ağabeyin, muştulu olarak nitelendirdiği bir haberle dönecektir.                                                     

Bu haber seninle, senin geleceğinle ilgilidir.        

Haber şöyledir:        

 Ülke genelinde, ortaokul ve lise mezunu gençler için “Muvakkat (geçici) Öğretmenlik Kursu” açılacaktır. Kursu başarıyla bitirenler ise, geçici öğretmen olarak okullarda görev alacaklardır.         

 Konu akşam evde görüşülerek, Çorum’da da açılacak olan bu kursa başvurmana aile meclisince karar verilecekti.      

  “Eğitim, bir ekmek kapısı bulmak içinse; sıkıntıya girmeden, daha fazla okumadan işte sana ekmek kapısı,” denilecekti.      

   Sonradan öğrenecektin geçici öğretmenliğin koşullarını. Kurs; 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Yasası’nın geçici 2. maddesine göre açılacak; kursu başarıyla bitiren geçici öğretmenlerse, 15 yıllığına görevlendirileceklerdi. Lise ve dengi okul mezunu olanlar iki yıl başarılı çalıştıktan sonra asaletleri tasdik edilip, asil öğretmen olurlarken; senin gibi ortaokul mezunları ise, iki yıl başarılı çalışmaları sonucunda kendilerine Bakanlıkça dışarıdan ilköğretmen okulu bitirme sınavlarına giriş hakkı verilecekti. Üç yıllık süre içinde, ilköğretmen okulunun lise bölümünde okutulan (54) dersin sınavını başarabilenler asil öğretmenliğe hak kazanacaklardı.        

O yıllarda, okullarımızda öğretmen açığı oldukça fazladır. Bu açığı geçici öğretmenlerle kapatmayı düşünen ülke yönetiminin ve eğitiminin sorumluları için bu dahiyane (!)  bir buluştur. Hatta o dönemde lise ve üniversite mezunu gençlere ilkokullarda yedek subay öğretmen olarak  görev verilmişti.

      

   Çorum’da oturan Şükrü Bellek dayınla eşi Fatma annenin (siz ona Çerkez anne derdiniz.) emekleri çoktur sende. Öğrenciliğinde bir yıl yanlarında kalmıştın. Bu kez de kurs için yine yanlarına sığınacaktın.      

   11 Temmuz 1961 günü kurs sınavı için dilekçeli başvurunu yapacak, ardından da 14 Temmuz günü 131 aday Türkçe ve matematikten sınava girecektiniz. Adayların 50’den fazlası lise ve dengi okul mezunudur. Bunca lise mezunu arasında ortaokul mezunu olarak kendine pek şans tanımayacaktın ama yine de bir umut diyecektin.         

   15 Temmuz günü sınav sonuçları açıklanacaktı. Sınavı 33 kişi başaracak, 98 kişi elenecekti. Senin adın da sınavı kazananlar listesindedir. Hem de 13. olarak kazanacaktın sınavı. Gözlerine inanamayacak, bu bir mucize olmalı diyerek, uçacaktın sevincinden.

17 Temmuz günü başlayan geçici öğretmenlik kursunuz bir buçuk ay sürecek, ağustos ayı sonunda sonlanacaktı. Metot, yönetim, psikoloji, Türkçe-edebiyat, müzik, tarım ve beden eğitimi gibi derslerden eğitim görecektiniz.

 Sonradan ülkemizin etkin ve de yetkin yazarları arasına girmeyi başaran Adnan Binyazar, o yıllarda Çorum İlköğretmen Okulu’nda Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenidir. Sizin de Türkçe-edebiyat dersinize girmektedir. Öğretmen Sabri Laçin’in kızı, bankacı Atilla  Laçin’in kız kardeşi Filiz Hanım’la evlidir.

 Kurs süresince gördüğünüz derslerden zaman zaman değerlendirmeden geçirilecektiniz.

Bir gün Adnan öğretmen, Victor Hugo’nun “Sefiller” adlı romanını getirecektir sınıfa. Ardı ardına iki dersi vardı sizlerle. Dersin birinde bu romandan sizlere 20 sayfalık bir bölümü okutacak, sizler de dinleyecektiniz. İkinci derste ise, dinlediğiniz bölümün özetlenmesini isteyecekti. Sizler de dinlediğiniz o bölümü, bir dosya kağıdına özetleyerek verecektiniz öğretmeninize      

   Adnan Binyazar, arı duru Türkçe’siyle, şiir gibi konuşmasıyla çok iyi bir eğitimcidir. O,  çok genç olmasına karşın oldukça kültürlü, birikimli birisidir. Anlattıklarını doyumsuz bir zevkle dinleyip özümleyecek, dersinin bitmesini hiç istemeyecektin. Sanat-edebiyat dergilerinde yazdığını da bu kursta öğrenecek, yazma konusunda ondan çok etkilenecektin.      

   Adnan Binyazar’ın, zaman içinde ülkemizin en etkin ve de yetkin yazarlarından biri olabileceğini nereden bilebilirdin ki. Daha sonraki yıllarda ise, Varlık dergisinde ve yıllığında karşılaşacaktın yazılarıyla. Ve de “Bu benim öğretmenimdi ,” diye gurur duyacaktın her zaman.      

   Dört beş gün sonradır.        

 Adnan öğretmen bir sabah elinde rulo yapılmış bir tomar kağıtla girecektir sınıfa.       

   “Özetleme kağıtlarımız olmalı” deyip, tanımsız bir heyecan duyacaktınız.

Adnan öğretmen:      

   “Günaydın arkadaşlar!” dedikten sonra senin adını söyleyecek, “Kim?” diye soracaktı.      

   Ve sen, heyecanla ayağa kalkarak:     

   “Benim öğretmenim, “ diyecektin sesin titreyerek. O kısacık sürede bir yığın soru gelip geçecektir kafandan. Neden senin adını sormuştur. Olumsuz bir durum mu vardır?   

   Şark çıbanı izi taşıyan esmer yüzüne bir gülümseme yayılacaktır, bakışlarınız buluştuğunda. Sonra O,  bakışlarını sınıfa çevirerek:  

   “Arkadaşlar,” diyecekti. “Özetlemelerinizi okudum, inceledim, değerlendirdim. Kimini hiç beğenmedim. Kimisini de beğendim. Hele içlerinde bir tanesi var ki, açık farkla en iyisi, en başarılısı. Onu daha çok beğendim. Kimin biliyor musunuz?” diye soracaktı.

   Sizleri daha çok meraklandırmadan, yine kendisi yanıtlayacaktı sorusunu, senin adını vererek.

    “Arkadaşınızın ödevi,” diyecekti. Ardından da içtenlikle kutlayacaktı seni.

 Kulaklarına inanamayacak: “Aman Allah’ım, olamaz bu!” diyecektin içinden.      

 Bakışları sevecen bir tavırla sana çevrilmiş; sen ise, coşkulu bir sevincin doruklarında pır pır eden yüreğinle uçuyordun sanki göklerde.      

 Teşekkür ederim öğretmenim!” diyecektin heyecanla.         

Adnan öğretmen sürdürerek;         

“Bu kadar lise mezunu arasında birinci olman az başarı değil. Sende çok güzel bir edebiyat potansiyeli var. Neden ortaokuldan sonra eğitimini sürdürmedin?” diye soracaktı.        

 Bu soruyla en duyarlı yerinden vurulacaktın. Yüreğindeki sevincin yerini, yoğun bir acı alırken, bölük pürçük sözcüklerle:      

 “Ekonomik yoksunluklardan dolayı...” diye yanıtlayacaktın sorusunu.

  O da üzülecek,

“Çok yazık etmişsin.” diyecekti. Peşinden de ekleyecekti:         

“Sen bu yetenekle geçici öğretmenlikte kalmamalısın. Mutlaka bir çıkış yolu bulup okumalısın; tamamlamalısın eğitimini. Çünkü geçici öğretmenliğin sonu yok.”         

Allak pullak olacaktı kafan. Kötü yazgına kahretmekle birlikte, bir kez daha anlayacaktın eğitimini tamamlaman gerektiğini.        

 Adnan Öğretmenin onurlandırıcı, özendirici ve yol gösterici sözleri çınlayıp duracaktı beyninde. Senelerce duyacaktın bunun yankısını. Bu yankıma; çalışman, başarman için sürekli güdüleyecekti seni.          

“Sende çok güzel bir edebiyat potansiyeli var.”         

“Sen bu yetenekle geçici öğretmenlikte kalmamalısın.”

         

“Mutlaka bir çıkış yolu bulup okumalısın; tamamlamalısın eğitimini!”         

“Okumalısın!”             

“Okumalı!”            

“Oku!” 

 Okuyacaktın. Öğrenimini tamamlayacaktın. Edebiyat potansiyelini de geliştirecek; sürekli okuyup yazacaktın. Söz vermiştin bunun için kendi kendine. Ama ne yazık ki, sen uğraş verdikçe, şanssızlıklar ve zorluklar peşini hiç bırakmayacaktı seneler boyunca.          

Her güçlük, senin uğraşı kararlılığını daha da artıracak; yılmadan sürdürecektin zorluklara karşı savaşımını. Ve her kezinde de kazanacaktın.     

Bir buçuk aylık kurs süresi sonlanırken sayrılanacak (hastalanacak), 40 derece ateşle girecektin kurs bitirme sınavına. (31 Ağustos 1961) 33 kişiden 10 kişinin elendiği sınavda yine de başarılı olacak, geçici öğretmenlik belgesini almaya hak kazanan tek ortaokul etiketli aday sen olacaktın.  

On bir gün yüksek ateşle seyreden sayrılığın, çocukluktan beri sorunlu olan sağ kulağını yangılı yapacaktı. Sınav sonrası başvurduğun Çorum Devlet Hastanesi’nin sağlık kurulundan bu nedenle; “sağlam, öğretmen olur.”raporu alamayacaktın. Sağlam raporu olmayana da görev verilmediğinden,  “emeklerim boşa gitti” diye bir kez daha kahrolacaktın.  

 Sen bu açmaz içinde bir çıkış yolu ararken, akıl verecekti bir ilgili.

“Bir başka ilin devlet hastanesinden alacağınız sağlık kurulu raporu işinizi yoluna koyar. “        

Bunun üzerine Ankara yoluna düşecektin babanla birlikte. Başkenti ilk kez o zaman, yani 1961 yılının eylülünde görecektin. Sağlık kurulu raporu için Ankara Valiliği’ne verdiğin dilekçe Ankara Hastanesi’ne gönderilecekti. Kulağından iki hafta tedavi görecektin. Bu konuda yardımını gördüğün köylünüz rahmetli Ali Bayrak’ın iyiliğini unutamayacaktın.  

Tedaviden sonra kulağın iyileşmiş olarak sağlık kuruluna girecek, “sağlam” raporunu alacaktın. Ama seni o denli tıfıl görmüş almalılar ki, sağlık kurulu raporuna; Parasız yatılı öğretmen okuluna girer, diye yazacaklardı. Bu küçük yanlışı düzelttirdikten sonra, bir zoru daha başarmış olarak dönecektin Çorum’a. Bu başarı senin için yaşamının dönüm noktası olacaktı.               

  Ankara’da kaldığın süre içinde başkenti gezme ve tanıma fırsatın olacaktı elbet. Cebeci’yi, Samanpazarı’nı, Ulus’u, Sıhhiye’yi, Kızılay’ı dolaşacak; Atatürk Orman Çiftliği’ni ve Anıtkabir’i görecektin. Atatürk gibi bir dehanın kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir bireyi olmaktan dolayı onur ve gurur duyacaktın. Gördüklerinle ufkun biraz daha gelişecek, dünyan bir başkalaşacaktı.

Evrakın, atamanın yapılabilmesi için Çorum Milli Eğitim Müdürlüğü’nce Milli Eğitim Bakanlığı’na gönderilecek; bir ay sonra da atama buyruklarınız gelecekti. (27 Ekim 1961)  

Çorum, Sungurlu ilçesi, Büyükpolatlı Köyü İlkokulu ilk görev yerin olacaktı. Zor, çetin; o oranda da heyecanlı ve güzel günler yaşayacaktın bu köyde. Yaşına yakın yaşta öğrencilerin olacaktı. Okulda senden başka geçen yıl gelmiş, yedek subay bir öğretmen daha vardır. Senin aynı zaman da okul müdürü olmanı da içine bir türlü sindiremeyecekti. Asıl sindiremediği ise, 46 liralık makam tazminatının (ödencesinin) okul müdürü olarak sana verilmesidir. Bıyıkları bile terlememiş bu tıfıl öğretmenin, hem öğretmen hem de müdür olarak görevlendirilmesine başta köy muhtarı olmak üzere, köylü de bir anlam veremeyecekti.        

“Çocuklarımız da çocuk eline kaldı.” diyeceklerdi ama zamanla seni tanıdıktan ve çocuklardaki aşamayı gördükten sonra: “Akıl yaşta değil, baştaymış.” diyeceklerdi. Ve seni çok seveceklerdi

 Ertesi yıl, ikinci eğitim-öğretim yılını yarım bırakarak 20 yaşına basman nedeniyle askerlik için ayrılırken seni tüm köylü, köyün dışına değin uğurlayacaklardı.

  İki yıllık askerlik süreni,  Ankara-Mamak Muhabere Okulunda erbaş olarak tamamlayacaktın. Askerlik sonrası  görev yerinse, Çorum Mecitözü ilçesi Ayvalı Köyü İlkokulu olacaktı. (Ocak 1965)        

 Bu 20 evlik köyde, tek öğretmen olarak beş sınıfı bir arada okutacaktın. Kısa sürede köye uyum sağlayıp, hem öğrencilerine hem de köy halkına sevdirecektin kendini.         

1965 yılı Ağustosunda görücü usulü ile evlenecektin eşin Ayşe’yle. Bir minibüs taşıyacaktı; bir kat yatak, biraz kap kacak ve bir sandıkla üç koli kitaptan oluşan eşyanı. Yiyecek ekmeğin olmasa bile, beyin besinin kitapların eksik olmayacaktı evinden hiçbir zaman.

Ayvalı köyünde, okulun bir göz odası ve bir aralığında kalacaktınız ikinci yıl da. Salt kalacak yer sıkıntısı nedeniyle, Mecitözü’nün okulu ve lojmanı olan Pınarbaşı köyüne, atanmanı isteyecektin ertesi yıl için.

1966 yılı Temmuz’unda göreve başlayacaktın bu 40 evlik köyde. Yine beş sınıfı bir arada, bir sınıfta okutacak ve tam dokuz yıl kalacaktın bu köyde. Aynı zamanda, okulun hem öğretmeni, hem müdürü hem de hizmetlisi olacaktın. Köy halkının da sağlıkçısı, hukukçusu, tarımcısı, akıl danışılanı ve ortak sorunlarında arabulucusu olacaktın. Sen köyü, köylüyü, öğrencileri; onlar da seni çok seveceklerdi. Okul bahçesine su getirecek; fidanlama yapacak, bir çok türde örnek olarak sebze yetiştirecektin. Bu tür çalışmaların köylünün tarımsal çalışmalarını da olumlu yönde etkileyecekti.      

 Bu köydeki öğretmenliğinin beşinci, meslek yaşamınınsa onuncu yılında bir radyoya sahip olacaktın. Bu yıllar süresince, başarılı çalıştığın halde 14. dereceden 13. dereceye yükseltilmeyecektin. Hep yan kademe verilecekti. Zaman içinde artan nüfusunla, gelecek güvencesinden yoksun, bir yığın ekonomik sıkıntıyı yaşayacaktın yıllar boyu. Araya giren ailesel bir yığın engel de, ilköğretmen okulu bitirme sınavlarına giriş başvurunu hep geriye bırakacaktı.  

  1968 yılı baharında sınav için Bakanlık’a başvuruyu tasarlarken, babanın bel fıtığı olduğu haberini alacaktın. Okulların tatile girişinden sonra, görevli olduğun okulundan eşin ve çocuklarınla birlikte köyüne gidecektin. Babanı alarak Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne götürecektin tedavi için. Hastanede, uzun inceleme ve araştırmalar sonucunda oldukça tehlikeli, ama başarılı bir bel fıtığı ameliyat geçirecekti baban. Hem köydeki bağ bahçe işlerini yoluna koymaya çalışacak, hem de Çorum’dan sık sık Ankara’ya giderek babanın sağlık durumunu izleyecektin. Sıkıntılı hastane günleri sonlanacak, babanı taburcu edip Çorum’a getirecektiniz. Bir süre de öğretmen ağabeyinin yanında kalan babanı daha sonra alıp köye götürecektin. Köyde de haftalarca yatacaktı. İyileşme süreci doğaldır ki, ruhsal ve ekonomik yönden en çok seni ve eşini yıpratacaktı.       

  O yıl, 1968 yılının Temmuzunda, babanın ameliyat olup Çorum’a dönüşünde, İlköğretmen Okulunu dışarıdan bitirmek için Milli Eğitim Bakanlığı’na yaptığın başvurun kabul edilecek; yaz ve güz devreleri olmak üzere toplam 6 dönem (3 yıl) sınav hakkı verilecekti sana. Bu hak doğrultusunda Çorum İlköğretmen Okulu Müdürlüğüne 31 Temmuz 1968 günü başvuracaktın sınavlar için. Başvuruyu son güne bıraktığın için, okul müdürü Tayyar Kerman tarafından bir güzel azarlanacaktın. Sınavlar, ağustosun ilk haftasında başlayacaktı. Toplam, 54 dersti başarman gereken. Çorum’daki kayınbabanın yeni yaptırdığı evinin bir bölümüne taşınacaktın sınavlar için.       

 Sınavlardaki başarın; özellikle kendi dersi olan Türk Dili ve Edebiyatı dersinden yüksek notlar alışın, Okul Müdürü Tayyar Kerman’ın dikkatini çekecek, seni kutlayacaktı. Ertesi yıl Milli Eğitim Bakanlığı’na atanan Tayyar  Kerman, emekli olduğu 1981 yılına değin orada şube müdürü olarak görev yapacaktı.            

Seni en çok zorlayan dersler; fizik, kimya, cebir, geometri dersleriydi. Bunlara harcadığın zaman ve emekle, rahatlıkla dört yıllık bir fakülte bitirebilirdin. Dur durak vermeden, geceni gündüzüne katarak, ders çalıştığın ve sınavlara girdiğin günler, karabasan dolu günlerdi senin için Sizleri ruhsal ve ekonomik yönden sarsan bazı ailesel olumsuzluklardan dolayı son iki dönem sınavlarına yeterince hazırlanmadan girecektin. 6. dönem sonunda da kimya 1, geometri 1, derslerinden başarısız olacaktın. Başarısız olduğun ders sayısı teke düşseydi, sonsuz sınav hakkın olacaktı. İki dersten başarısız duruma düştüğünden, başardığın 52 dersin de yanacak, başarısız sayılacaktın. Bunda, yani başarısız sayılmanda okul müdürü S. Altınbulak’ın katı, yanlı ve antidemokratik yaklaşımı da belirleyici etken olacaktı. (Eylül 1971)                                                                                                                             

Ardından büyük bir bunalıma düşecek; sonsuz bir ekonomik sıkıntıyı ve yoksulluğu yaşayacaktın eşin ve üç çocuğunla birlikte. Seninle göreve başlayan asil öğretmenler 750-800 lira alırken; sen hala 14. dereceden maaş alacak, 400 lira ile geçinmek durumunda bırakılacaktın.          

Bu arada kayınbabanların tinsel (manevi) ve ekonomik destekleriyle bunalımlarını aşacak, yeniden Bakanlığa başvuracaktın. Yasa yargısı doğrultusunda ikinci kez sınava girme hakkı alacaktın.     

 Bu kez 54 dersi, (1,5 yılda) 3 dönemde başaracak, Çorum İlköğretmen Okulu’nu bitirip asil öğretmenliğe hak kazanacaktın. Ağır bedeller ödenerek kazanılan acı zaferler vardır. Bu da senin için bedeli ağır başarılardan birisiydi. On yılı aşkın bir süre sonra kadro ve dereceni alacak, maaşın emsallerin düzeyine yükselecekti. Daha sonra, Açıköğretim Fakültesi Eğitim Önlisans Programı’nı da tamamlayacak; kendi kendine Adnan Binyazar öğretmenine verdiğin sözü tutmanın, mutluluğunu ve coşkusunu yaşayacaktın. 

 Bu süre içinde sanat ve edebiyatla bağını hiç koparmayacak, kendi kabuğunda kendi kozanı örecektin. Şiir, öykü, masal, inceleme, araştırma türünde denemeler yapacaktın.  

  Bu arada 1977’den itibaren, ülke genelindeki bazı kültür ve sanat dergilerinde çeşitli yazınsal türdeki yazıların yayımlanacaktı. 1986’dan sonra da, çeşitli yurt köşelerinde bazı kültürel ve sanatsal etkinliklere katılacaktın. 

  22 yıl köy okullarında çalıştıktan sonra, sıradan kent merkezine gelecektin. (Kasım 1983) Son çalıştığın köy, Çorum merkez Tatar Köyü İlkokuludur. 11 yıl da kent merkezinde iki farklı okulda çalışacaktın başarıyla.    

Meslek yaşamının 33.yılında, 1994 yılının Eylül’ünde emekli olacak, sonra da kendini tamamen kültür, sanat ve edebiyata derecektin. Aldığın emekli ikramiyesinin bir bölümüyle de çocuklara yönelik ürünlerini kitaplaştıracaktın.

 1992’de Devrek Baston ve Kültür Şenliği’ne, 1995’te İstanbul (Tüyap), 1996’da Ankara (Tüyap) Kitap Fuarlarıyla; 1999 Ekim’inde de Bartın 3. kitap Fuarı’na katılacaktın. Fuarlarda kitaplarını imzalayacaktın okurlarına. 

 Yıl, 1966’nın ilkbaharıdır.        

Coşkulu bir imeceyle Çorum Haber gazetesinin eki olarak aylık kültür ve sanat dergisi “Yazılıkaya”yı çıkarmaktasınız.  Derginin ad babası, şair dostun Gazanfer Eryüksel’dir. Yazılıkaya’nın mutfağında, Çorum eski senatörü şair-yazar Abdullah Ercan, Çorum İlköğretmen Okulu eski müdürlerinden öğretmenin, eğitimci-yazar Tayyar Kerman, eğitimci-ressam Şahika Çağlar Özünel ve senin de içinde bulunduğun bir grup sanatçı dostun bulunmaktadır. Bu bir avuç sanatseverin özverili çabaları ve çalışmalarıyla oldukça nitelikli ürünler yayınlanmaktadır Yazılıkaya’da. Dergi, ülke genelindeki bilim, sanat ve edebiyat çevrelerinde oldukça beğenilmekte ve ses getirmektedir.(Ama ne yazık ki, 7. sayıdan sonra yayın yaşamına süresiz ara verecektir.)         

Burada, 28 kasım 1999 tarihinde yitirdiğiniz sevgili öğretmenin rahmetli Tayyar Kerman’la da ilgili anılarını da kısaca anlatmadan geçemeyeceğiz. Tayyar Kerman, 1995 yılı yaz döneminden bu yana sürdürdüğünüz, aynı zamanda ad babası olduğu “Sanat Dostları” toplantılarının sürekli içinde olacaktır. Engin kültüründen ve birikimlerinden her zaman yararlanacaktınız. Yazılıkaya dergisine de yazılarıyla destek verenlerdendi. Seni de çok severdi. Kitaplaştırdığın, çocuk edebiyatı ürünlerini çok beğenecek, seninle gurur duyduğunu söyletecekti her zaman.

“İşte,” diyecekti. “Yıllardır özlemini çektiğimiz, çocuklara rahatlıkla vereceğimiz kitaplar!”       

 Ardından da güzel bir değerlendirme, tavsiye ve tanıtım yazısı yazarak, Çorum Haber gazetesinde yayımlayacaktı.  

Yazılıkaya’ya gelen yazıların seçimini ve düzeltilerini Gazanfer Eryüksel’le sen yapıyordun. O günlerde Tayyar Kerman öğretmenle çarşıda karşılaşacaktın. Ayaküstü kısaca hal hatır soruştuktan sonra:     

  “Yazılıkaya için gazeteye bir yazı bıraktım, Bakın inceleyin de;  beğenirseniz alır, beğenmezseniz elersiniz. Öğretmenimin  yazısıdır  diye  ayrıcalıklı  davranmak yok.” diyecektir.     

 “Aman hocam!” diyecektin sen de. “Öğrencisi, yazar bir öğretmeninin yazısını nasıl eleyebilir?”          

“Bal gibi eleyebilir. Çünkü boynuz kulağı geçti. Sen bizim Çorum’daki gururumuzsun.” diyecekti.      

   Bu söz üzerine kulaklarına değin kızaracak:      

  “Çok sağ olun Hocam! Beni utandırıyorsunuz. Ortaya bir şeyler koyabildimse sizlerin sayesindedir.” diyecektin.        

 Ve bilecektin ki; bu övücü ve gururunu okşayıcı sözler, sana daha büyük sorumluluklar yüklemektedir.             

  Günlerden 26 Haziran 1996’dır.      

   O gün, Çorum Haber Gazetesine uğrayacak; ummadığın, şaşırtıcı bir durumla karşılaşacaktın.      

   Çorum Haber Gazetesi Genel Müdürü Mehmet Yolyapar, şair dostun Gazanfer Eryüksel’le birliktedirler. Yanlarında da önceden görmediğin ve tanımadığın birisi vardır. Bu, 60 yaşlarında gösteren esmer, sevecen ve güler yüzlü birisidir.      

   Hoşbeşten sonra, Gazanfer Eryüksel tanıştırır bu konuğu.

   “Adnan Binyazar Hocamız...”      

   Birden şaşırır, şoke olursun beklenmedik bu durum karşısında.      

   “Nasıl?!” diye sorarsın şaşkınlıkla. “Adnan Binyazar Hocamız mı?”       

   “Evet,” der Gazanfer.      

   Sonra kalkar, heyecanla yeniden varırsın Adnan Binyazar öğretmeninin eline.      

   “Hocam bir kez daha hoş geldiniz! Onlarca yıl sonra sizi yeniden görmek ne büyük bir mutluluk! “      

    Gazanfer Eryüksel adını söyleyerek, seni de O’na  tanıştırır.      

    “Adınızı çok duydum.” diyecektir Adnan Öğretmen.      

     Yüreğin sevinç ve heyecanla kabarırken, 35 yıl öncesine gidecektin ışık hızıyla. Ve birdenbire,  o günlerin anıları canlanıverecektir gözlerinin önünde.     

     Yıl 1961, yaz dönemidir

      Çorum İlköğretmen Okulunda  “Geçici Öğretmenlik Kursu”ndasınız. Genç edebiyat öğretmeni Adnan Binyazar, 18 indeki geçici öğretmen adayı sen ve diğer arkadaşlarınız...  

       Victor Hugo’nun “ Sefiller” romanından okunan bir bölümü en güzel sen özetlediğin için, Adnan Öğretmenin sevecen bir tavırla seni kutladıktan sonra söylediği:     

   “Bu kadar lise mezunu arasında birinci olman az başarı değil. Sende çok güzel bir edebiyat potansiyeli var. Bu yetenekle mutlaka bir çıkış yolu bulup okumalısın!”      

   Sözleri yankılanacaktı beyninde. 35 yıl öncesiyle bugün arasındaki zaman tünelinde, bir ışık hızıyla gidip gelecektin. Başın dönecekti şaşkınlık ve heyecandan.      

   “Hocam bağışlayın heyecanımı!” diyecektin. “Siz öğretmenimle, tam 35 yıl sonra karşılaşmak müthiş heyecan verici bir şey!”

    O, soran gözlerle bakacaktı yüzüne. Çocukluğundan kalma şark çıbanının izi, esmer yüzüne soylu bir görünüm kazandırmıştır.      

   Sen sürdürecektin sözlerini:       

   “1961 yılı Temmuzunda, Çorum İlköğretmen Okulu’nda açılan “Geçici Öğretmenlik Kursu”nda sizin öğrencinizdim.”

   “Yaa!” diyecekti merakla.     

   Sen de kısaca özetleyecektin unutamadığın o güzel anını.    

    Adnan Öğretmen’in gözleri dalacak, gülümseyecek; o günlerle ilgili anılarını bilincinin derinliklerinden gün yüzüne çıkarmaya çalışacaktı.    

   Tanısında yanılmadığını anlamak; seneler sonra bir öğrencisiyle ürünleri kitaplaşmış bir yazar olarak karşılaşmak son derece mutlu edecekti O’nu.    

   Sonra koyu bir söyleşiye dalacaktınız.

   Söyleşiniz; sanatın-edebiyatın birçok dallarında sürüp gidecek, zamanın nasıl seçtiğinin ayırdına bile varamayacaktınız.

   Adnan Binyazar’ın öğrencisi olmak, senin için bir ayrıcalıktı. Sen ki, bu ayrıcalığın değerini bilerek; kendi kendine verdiğin sözü yerine getirmiş olmanın onur ve gururuyla birlikte; O’nu, 35 yıl sonra yeniden görmenin sevinç ve mutluluğunu doyasıya yaşayacaktın.      

   Ondan ayrıldığında ise; tatlı, masalsı bir düşün esrikliği içinde ayakların yerden kesilmiş, bir boşlukta uçuyor olacaktın sanki.

 

stat counter for free
 
Paylas

ANILAR SAYFASINA GERİ DÖN