Yıl 1967 sonları ya da 1968 başları. Okulumuz, Ulukavak Mahallesinde, Okul Sokakta şimdilerde Bilim Sanat Merkezi olan yerdeydi.
Ders ve etüt dışı saatlerde Yazıçarşı’daki Ulukavak Kıraathanesine gider, tavla ya da kağıt oynardık. Bir öğle arasıydı. Bir buçuk saatlik arada Ulukavak’a tavla oynamaya gidecektik. Yemeğimizi hızla yedik, fırladık. Şimdiki adliye Sarayının bulunduğu yer Çorum Hapishanesiydi. Karlı bir gün. Hapishanenin karşısında –o zamanlar boştu oralar- iki deve ve bir potuk gördük. Ben ve arkadaşım, yaşamımızda hiç deve görmemişiz. Deve diyence aklımıza bir Arabistan, bir de “deve” lakabını taktığımız sınıf arkadaşımız geliyor. Develere baka kalmışız. Ne kadar kalmışsak develerin yanında bir de baktık ki ders saati gelmiş. Okula koşarak yetiştik.
Çarşamba ve cumartesi günleri yarım gün eğitim olurdu. Öğleden sonraları ve cumartesi akşamlar genelde sinemaya gidilirdi. Buna Pazar gündüz matinesini de eklerdik. Gündüz matineleri aksatılabilirdi ama cumartesi akşamları mutlaka Çorum’un üç sinemasından (Saray, Yalçın, Turan) birine gidilirdi.
Bir cumartesi günüydü. Gündüz matinesini es geçmiş, Ulukavak Kıraathanesine kâğıt oynamaya gitmiştik. Dört kişi akşam yemeği saatine kadar oyun oynamıştık. Yemek saatine yakın hesabı istedik. Hesap geldi, aramızda para denkleştiriyoruz ama 25 kuruş noksanımız var. Agop adını taktığımız arkadaşımızda para var ama “o benim akşam sinema param, veremem” diyor. Oysa hepimiz akşam sinemaya gideceğiz. Sinema parası bir yerlerden, olmazsa öğretmenlerden borç alınacak. Agop’a da durumu anlatıyoruz. Okula gidince sana o parayı vereceğiz, bizi rezil etme diyoruz” ama nafile.
Tam bu sırada kahveci geliyor. Durumumuzu anlamış. “Boş verin. Dilediğiniz zaman ödersiniz” diyor. Yine de elimizdekinin tümünü masaya bırakıp çıkıyoruz.