1970 yılı baharı. Alacahüyük, yazılıkaya, ve Hattusas’ı kapsayan bir okul gezimiz vardı. Okul çıkışı ilk durağımız Alacahüyük oldu. Aklımda kalan Aslanlı kapı ve yüzyıllar öncesi yaşayan Hititlerin kentindeki pis su alt yapısı.
Sonrasında otobüsler bizi bir kayalığın önüne götürdü. Çimenli bir hafif yamaçta öğle yemeği molası verildi. Burada okulda hazırlanmış ve otobüsümüzün bagajına konulmuş nevaleleri yemiştik.
Yazılıkaya'nın arkasında yemek
Yemeği yediğimiz anda, o noktanın yazılıkayanın arkası olduğunu bilmiyorduk. Yemekten sonra birkaç arkadaş (kimlerdi bilmiyorum. Büyük olasılık bizim D’lilerdendir ve okuyanlardan anımsayan olabilir) kayalığa tırmandık. Kayanın tepesinden ortalarda bir yerde insan boyutunda renkli kabartmalar gördük. Yaklaşık 1,5 metre genişliğinde uzunca bir kaya aralığıydı. O büyük oyma heykellerin üzerine basarak indik. Heykellerin önemini elbette bilmiyorduk. Tokat attık, burnunu sıktık. Sonra da tepelerine basarak geri tırmandık.
Yemek sonrası kayalığın diğer tarafına geçtik. Kayalarda kabartılmış koşar durumda heykelcikler vardı. Öğretmenlerimiz buranın Hitit'lerin tapınağı olduğunu, kabartmaların Hitit tanrıları olduğunu anlattılar.
Büyük galerinin girişine göre sağ tarafta girişi kapatılmış bir kaya koridoru vardı. Öğretmenlerimiz oranın küçük galeri olduğunu söylediler. Ören yeri bekçisi öğrencilerin küçük galeriye girişine izin vermek istemiyordu. Öğretmenlerimiz bekçiyi zarar vermeyeceğimize ikna ettiler. Birkaç kişilik gruplar halinde hiçbir yeri ellememek koşuluyla girmemize izin aldılar.
Sıram gelip içeri girdiğimde gördüğüm, yemekten sonra kabartmaların tepelerine basarak indiğimiz yer olduğuydu. Şimdi ise değmemiz bile yasaktı.