İstanbul'un yağışsız ama asık yüzlü havası var. Sabahtan beri telefonlardayız. Emin Uyanık Antalya'dan yalnızca bu buluşma için geliyor. Havaalanına inince beni arıyor. "Nasıl gelebilirim," diye soruyor. "Bekle, sana döneceğim" diyorum.
Rıfkı'yı arıyor ve ona "Emin'i alabilir misin" diye soruyorum. Olumlu yanıt alıyorum. (olumsuz yanıt olasılığı zaten yoktu) . Emin'in telefonunu veriyorum ve buluşma noktası kararlaştırmalarını söyleyerek kapatıyorum.
Saat: 10.05 Harem Garajının karşısındaki benzinlikteyim. Öğretmenlerimi 10.30'da buradan alacağım. Yücel'i arıyorum. Bana Sait'le birlikte geleceklerini söylüyor. Sonra o beni arayarak arabayla geleceğini bildiriyor.
Saat 10.27 dolayında Sait'le Yücel, hemen ardından da Osman ve Huriye Uludağ öğretmenlerimiz geliyorlar.
37 yıl sonra ilk kez görüyorum öğretmenlerimi. Osman Öğretmenim çok değişmiş. O güzelim saçlarının çoğunu dökmüş, bencileyin kilo almış.
Yola çıkıyoruz. Bu arada Ferit arıyor. "Burada kimse yok, bir yanlışlık yok değil mi" diyor.
Boğaz kıyısından Küçüksu'ya ulaşıyor, oradan da Göksu deresinin ağzına yakın Sabancı Öğretmenevi'ne geliyoruz.
Önce bahçede oturuyoruz. Muzaffer, Emin ve Rıfkı geliyorlar. Az sonra Ferit'i aramaya çıkıyorum. Döndüğümde o da arkadaşları görmüş, bize geliyor oluyor.
Kaynatıyoruz. Anılar peş peşe sıralanıp, Çorum oluyor, Öğretmen Okulu oluyor.
Kahvaltı Salonuna giriyoruz. Az sonra Ahmet geliyor. Yeniden telefonlar çalışıyor. Yücel arabasıyla çıkıp, Tevfik'i almaya gidiyor.
Hüseyin Erikli'ye Kemal Karadeni'i alıp gelmesi söyleniyor. Bir saat içinde arkadaşlar geliyorlar.
Kahvaltı neşe içinde geçiyor. Yeniden bahçeye çıkıyoruz. Kıyıda, Fatih Köprüsünü arkamıza alarak (güneşin yönü gerektirdiği için) fotoğraflar çektiriyoruz.
Daha kahvaltıdan kalkalı 3 saat olmadan, bu kez yemek salonundayız. Birlikte yenilen yemek ve sonrasında boğaz kıyısında çay faslı.
Saat 16. Arkadaşlar ayrılmak istiyor. Kalkıyoruz. Sarılıyoruz yeniden. O, okul günlerinin, aynı karavanayı paylaşan kardeşleriyiz... İçimizde o günlerin olduğu gibi durduğunu bilerek, yaşlı, yorgun bedenlerimiz ile ak ya da yok saçlarımızı kendimize hiç yakıştıramayan gençlik özlemimize yüklenip ayrılıyoruz.