Burhan Çınar ve Mazlum Cin sıra arkadaşıydılar. Tam 49 yıl sonra İstanbul'da buluştular.
Bu buluşmanın öyküsünü Burhan Çınar'dan dinleyelim:
BURHAN ÇINAR'IN BULUŞMAYA İLİŞKİN GÖNDERDİĞİ YAZI:
DİLE KOLAY 49 YIL HASRETLİK
Dile klolay 49 yıl,
Kimine göre yarım asır, kimine göre bir ömür…
Mazlum Cin Boyabatlı, Ben ise Amasya ili Hamamözü ilçesi…
Sanki bir asker arkadaşı gibi alınyazımız bizi 1963 yılı sonunda Çorum İlköğretmen Okulunda buluşturdu.
O zamanlar İlköğretmen Okulları sınavla öğrenci alıyor. Okula girmek her babayiğidin işi değildi. Bir de kayıt sırasında bir mandolin, bir takım pıjama, bir takım eşofman, bir çift terlik, bir çift spor ayakkabısı isteniyor. Bunları kayıt sırasında okul idaresi teslim alıyor. Bir torba içinde okul açılıncaya kadar saklıyor. Okullar açılınca öğrenciye geri
veriyor. Bunun sebebi de daha önceki yıllarda aynı mandolin gösterilerek bir kaç kişi kayıt yaptırmış.
Ben sınavları kazandım. Mandolin dışında istenenleri temin ettik ama, rahmetli babam parası olmadığı için bir türlü mandolin alamıyor. Kayıt zamanı da neredeyse bitecek. Kapımızda yük taşıma ve binek olarak kullandığımız çok yiğit bir eşeğimiz vardı. Babam onu pazara götürdü 65 liraya sattı ve mandolini de 62,5 liraya aldık, öyle kayıt olabildik.
Okulumuz bir bahçe içinde tarihi ve iki katlı bir bina, arkasında betonarme 2 katlı 32 ranza alan 64 er kişilik dört yatakhanesi bulunan kalorifersiz bir bina, önünde de saçtan yapılmış 2 dersane olarak kullanılan bir baraka, okul bahçesinin en arka tarafında da mutfak ve yemekhane vardı. Bir de bahçede türk hamamı vardı. Ama ben o hamamın sıcak suyu ile hiç karşılaşmadım. Hamamın suyu da bahçedeki kuyudan gelirdi. Hamamın önünde üstü açık su dolu büyük variller dururdu. Kışın varillerdeki suyun üstü buz bağlar. Sabahları da öğrenciler buzu kırar alttaki sudan kovaya doldurur ve hamamda yıkanırdı. Sonra da hastalanınca soluğu Dr. Rifat Patır’ın muayenehanesinde alırdı.
İşte böyle bir okulun bahçesindeki barakada bulunan dersanelerden birinde ilk sıraları paylaştım Mazlum Cin ile. Kız öğrenciler sadece A şuberinde olurdu. Biz 4/C de idik. Onun için konuşmalarımız pek sansürlenmezdi. O yıl hatırladığım kadarıyla öğretmenlerimizin arasında en çok Adnan Binyazar’ı sever derslerini iple çekerdik. Adnan Binyazar bana “Bufran” diye seslenirdi. Öyle sanıyorum ki, okuma ve yazmayı sevmeyi Adnan hocadan öğrendik. Bizi varlık yayınlarına abone eder, herkese değişik kitaplar aldırır, o kitapları da aramızda değiştirerek okurduk.
Okulda hiç kimsenin sevmediği iki öğretmen vardı: Biri matematik öğretmen Adil Akyol, diğeri edebiyat öğretmeni Mehmet Semerci. Mehmet Semerci ağzının içinde konuşur ne dediğini kavramakta zorlanırdık. Adil Akyol ise branşının öğretmeni değildi. Branşına hakim değildi. Bu eksikliğini baskı ile dayakla kapatmaya çalışan biriydi. Nitekim ertesi yıl yapılan boykot sonucu okuldan alınıp yerine Nefise Pınar gelmişti. Adil Akyol ve Mehmet Semerci yüzünden onlarca kişi belge alarak okuldan atılmıştır. Ote yandan Günhan Özkan, Rasim Bakırcıoğlu, Rüştü Aksoy, Metin Erkuş, Yusuf Güneş, Günaydın Çetiner, kimyacı Şükrü bey gibi ismini sayamadığım daha nice kendilerinden feyiz aldığımız öğretmenlerimiz de vardı.
Şimdi bu internet olayı çıktı ya, 49 yıllık hasreti giderdi. Ayhan Altay’ın sayesinde yeniden buluşmamız gerçekleşti. Fakat ne yazık ki kendilerine kavuşamadığımız bilgisayar ve internet kullanmayan arkadaşlarımız da yok değil.
14 nisan 2014 günü akşamı facebook’ta bir mesaj gördüm. “Burhan İstanbul’da oğlumun yanındayım. Görüşebilir miyiz?” Mesajı gönderen 49 yıldan bu yana yabancım olan biri: Mazlum Cin
Hemen cevap verdim. Mecidiyeköy’de buluşma saati verdik birbirimize. Ben buluşma saatinden 2 saat önce gittim. Beklemeye başladım. Bir telefon geldi. “Okmeydanındayım” diye. Tamam dedim. 5 dk içinde turnikelerden geçmiş olacaktı. Ben saklandım. Takip etmeye başladım. Mazlum Cin geldi, turnikelerden geçti. Bakınıyor sağa sola, Arkasından gittim. Omuzuna vurdum. “Vaaaaay” dedi. Birkaç kez kucaklaştık. Öpüştük. Hatta iyice koklaştık galiba.
Doğru Beyoğlu öğretmenevinin yolunu tuttuk. Doğrusu ben Ankara dahil hiç bir yerde öğretmen evlerini tercih etmiyorum. Bana göre sulandırıldı. İş tamamnen ticarete döküldü. Kendilerini 5 yıldızlı otel zannediyorlar. Fiyatlar ise piyasanın çok üstünde. İsimlerini değiştirmeleri lazım. Hatta bu konuda birde kampanya başlatalım “ÖĞRETMEN EVLERİNİN İSMİNİ DEĞİŞTİRİN” diye.
Yemek salonu bölümü Beyoğlu öğretmenevinin en üst katında. Güzel de bir Haliç manzarası var. Oturduk. Yedik içtik diyemeceğim ama 3 saat boyunca 49 yıllık arayı konuştuk.
Bu güzelliği yaşattığı bu hasreti giderdiği için Mazlum Cin’e bir kere daha teşekkür ediyorum.
Tüm ÇİÖO mensuplarını, yüreğinde öğretmenlik heyecanı taşıyan tüm meslektaşlarımı selamlıyorum.