Rasim Bakırcıoğlu öğretmenimizin özenle saklayıp Ankara buluşmasına getirdiği sürpriz defterle yeniden gündeme geldi 1970 6/A lıların mezun olduktan beş yıl sonrası için söz verdikleri 15 Ağustos 1975 buluşması. Neler yazmışız neler o deftere. Ne güzel sözler vermiş, ne hayaller kurmuşuz.
Peki, o buluşmanın akıbeti ne oldu dersiniz? En iyisi, sizi fazla merakta bırakmadan o gün olanları baştan sona anlatayım.
15 Ağustos 1975 Cuma günü sabah erkenden bindim İskilip otobüsüne. Çorum'a geldiğimde saat 09.00 civarıydı. Buluşma saati olarak -aklımda yanlış kalmadıysa- 14.00'ü belirlemiştik. Belki arkadaşlarla önceden karşılaşır, hasret gideririz diye düşünerek erkenden gelmiştim Çorum'a.
Saat Kulesi civarına geldiğimde saat 10.00'a geliyordu. Gözlerim sağda solda tanıdık birilerini ararken birden "Hasan Aliiii" diye bağırıldığını duydum (Kısa bilgi: Okulda, "Haydar Ali", "Kör" ve "Kaval Burun Sam" diye de çağrılabilirdim.). Dönüp baktığımda o zamanki Yayla Palas Oteli'nin altındaki Aygaz bayiinin önünde, bana el sallayan Ferhat Artık'ı (şimdiki soyadı Özgür) gördüm. Koştuk birbirimize ve hasretle öpüşüp kucaklaştık. O da benim gibi birilerini görürüm diye köyünden erken gelmişti.
Buluşmaya daha dört saat gibi uzun bir zaman vardı ama birbirimizi görmemiz ikimizi de heyecanlandırmış, sanki diğer arkadaşların hepsi de erkenden gelerek okulda bizi bekliyorlarmış gibi bir duyguya kapılmıştık. O nedenle de hemen okula doğru yürümeye başladık. Konuşulacak o kadar çok şey vardı ki, sözü birbirimizin ağzından alarak heyecan dolu ve bir o kadar da yüksek bir sesle geride kalan beş yılın olaylarını anlatıyorduk.
O hızla gelip okul merdivenlerini aşağı inerek heyecanla çevremize bakınıp durmaya, tanıdık birilerini aramaya başladık. Ancak her tarafta tam bir sessizlik vardı ve ortalıkta da kimsecikler görünmüyordu. Bir yıl önce Eğitim Enstitüsü'ne dönüştürüldüğünü duyduğumuz okulumuz o sıcaklığını kaybetmiş, bize soğuk soğuk bakıyordu. Öğretmen ve diğer personelden de tanıdığımız kimse kalmamış ya da o tarihte izinliydi. Görevde olanlar da bize "Bunların burada ne işi var, niye geldiler?" diye soran gözlerle bakınca, o güne kadar kendi yuvamız olarak gördüğümüz o binaların artık yabancısı olduğumuzu anladık.
Merakla çevreyi dolaşmaya başladık. Yaz dönemi olduğu için her yer otlarla kaplıydı. Tarım öğretmenimiz Hikmet Özsaraç'ın büyük çabası ve bizlerin emekleriyle dikilen ağaçlar büyümüş ve gölgesinde oturulacak guruma gelmişti.
Ama ne olursa olsun bir eksiklik olduğunu hissediyor, birbirimize bakıp nedenini bulmaya çalışıyorduk. Soğuktu her şey; binalar, sınıflar, yatakhane, yemekhane, gizlice sigara içtiğimiz yerler hepsi ama hepsi de şu Ağustos gününde buz gibiydi. Hele o sessizlik, en soğuğu da oydu ve sanırım tüm hissettiklerimizin de tek nedeniydi. Birden her şeyi anlamıştık; arkadaşlarımız yoktu, onların sesleri, şakaları, koşuşturmaları yoktu; soğukluk ondandı.
Saat 14.00'e kadar gözümüz ana yoldan inen merdivende oralarda vakit geçirdik. Bizden başka kimse gelmemişti. İkimizin yüzünde de o sabahki heyecan ve sevinçten eser yoktu. Biraz daha oyalandıktan sonra karşıdaki parka giderek okula giren ve çıkanları görebileceğimiz bir yere oturup simit ve çay söyledik. Uzak yerlerden gelecek arkadaşlarımızdan belki geç kalmış olan olabilirler diye düşünüyorduk ama doğrusu ikimiz de ümidimizi kesmiştik.
Parkta daha ne kadar oturduğumuzu anımsamıyorum. Kendimizi ihanete uğramış gibi hissediyorduk ve tüm neşemiz kaçmıştı. En sonunda kalkıp yavaş yavaş Saat Kulesi'ne doğru geldik. Beş yıllık heyecanlı bekleyişin sonunda bulduğumuzun hepsi bu kadardı.
Öpüşüp kucaklaşarak ayrıldık. O köyüne, ben İskilip'e gittik ve Ankara buluşmasına kadar da bir daha birbirimizi görmedik.
ÇOK ÖNEMLİ NOT: Eyyy, 1970'in 6/A lıları. Özellikle 1971'in 6/D lilerinin çenesinden ve de havasından kurtarın bizi. 1975'te gelmediniz, bari 2012 İzmir buluşmasına gelin de affettirin kendinizi.