çorum ilköğretmen okullular

 

ANLAT, ANLAT BİTMEZ ÖĞRETMENLİĞİN GÜZELLİKLERİ

                RASİM BAKIRCIOĞLU

                En gergin anlarınızda bile kendileriyle birlikte olmaktan büyük mutluluk duyduğunuz öğrencilerinizden, bir an geliyor, isteminiz dışında, kopuyor ya da koparılıyorsunuz. Yıllar, kendine özgü ivmesiyle geçip giderken siz, son sığınak olarak seçtiğiniz bir kıyı kasabasına yerleşiyorsunuz. Öğretmen olarak çalışmakta olduğunuz yıllarda büyük bir hevesle aldığınız; ama bir türlü okuma fırsatı bulamadığınız kitaplarınızı, orada doya doya okumayı; yazmak istediklerinizi yazmayı düşlüyorsunuz. Bu iki uğraş da yalnızlıkla barışık olmayı gerektiriyor. O nedenle ilk işlerinizden biri, yalnızlıkla barışmak oluyor.

                Ne ki işlerin, hiç de tasarladığınız gibi gelişmediğini görüyorsunuz. Gün geliyor, bir de bakıyorsunuz, yıllar, yıllar sonra, öğrencileriniz size ulaşmaya başlıyor. Bunlardan kimisiyle otuz yıl, kimisiyle kırk yıl, kimisiyle de elli yıl hiç görüşmemişsiniz. Geçen bunca zaman içinde kimisi öğretmenlik, akademisyenlik, kimisi eğitim yöneticiliği yapmış ya da yapmakta olan bu öğrencileriniz, telefonla ya da evinize dek gelerek size ulaşıyorlar.

                Uzun yıllar çalıştığınız Çorum Öğretmen Okulu öğrencileriniz, size ilk ulaşabildikleri yıl, düzenledikleri toplantılarına çağırıyorlar sizi. Gidiyorsunuz. İlk karşılaşmada, dorukta heyecanlar yaşıyor herkes. Öğrencileriniz, sizinle görüşmek için uzun bir kuyruk oluşturuyorlar. Sımsıkı sarılıyorsunuz her birine, sonra dönüp yüzlerine bakıyorsunuz doyasıya, saçlarına ak düşmüş bu öğrencilerinizin. Çok azının, yıllar önceki yüzünü seçebiliyorsunuz. Onlardan biri, sarılma öncesinde, iki eliyle arkasında tuttuğu bir dosyayı uzatıyor size ve “Bu dosya, sizin “Öğretimde Gazetelerden Yararlanma Tekniği” dersinde hazırladığım dosyadır öğretmenim; hâlâ saklıyorum.” diyor. Sonra anıların, yaşantıların paylaşılmasına geliyor sıra. Her öğrencinizin, en hoş yaşantısını anlatmaya özen gösterdiği dikkatinizi çekiyor. Birlikte yenilen akşam yemeği sırasında mikrofona çağrıldığınızda, sizin de birlikte geçirdiğiniz yıllarda, öğrencilerinizi kırma olasılığı bulunan tutum ve davranışlarınızı bile olumlu birer kılıf içinde sunma çabası gösterdiğinizi fark ediyorsunuz. Öğretmenliğe özgü o eşi bulunmaz duyguları yaşayarak geçiyor üç gününüz. Aynı hoş duygularla ayrılıyorsunuz öğrencilerinizden.

                Daha sonra, yüzlercesi de Facebook aracılığıyla ulaşıyor size. Yalnızca ulaşmakla, yetinmiyorlar; onlar da sınıflarda, sınıf dışında, kendilerini etkileyen sözlerinizden, tutum ve davranışlarınızdan söz ediyorlar, yazdıkları yazılarda. .

                Gazi Eğitimli öğrencilerinizden bir grup, yıllık toplantılarından birinin tarih ve yerini arkadaşlarına duyururken, size haber vermeden, sizin, bu toplantıda onur konuğu olacağınızdan söz ediyorlar. Siz de zorunlu olarak onların o toplantılarına katılıyor ve üç gün boyunca, asla unutamayacağınız mutluluklar yaşıyorsunuz.

                Eylemli öğretmenlik yıllarınız boyunca en çok, her öğrencinize ulaşmayı gerçekleştirmek istediğiniz geçiyor aklınızdan. Ancak, bunu istediğiniz ölçüde gerçekleştiremediğinizi anımsıyorsunuz. Bunun, öğrencilerinizden ve başka nedenlerden kaynaklanan yanları olsa da siz asıl, kendi eksik yanlarınızdan kaynaklanan nedenlere odaklanıyorsunuz. İçinizden şu tümce geçiryor: “Eğer ben, kendimle bugünkü kadar barışık olsaydım; öğrencilerimle ilişkilerimde daha esnek bir tutum takınabilseydim; onlarla arama koyduğum “mesafe”yi daha kısaltsaydım, onların bana daha kolay, daha çekinmesiz ulaşmalarını sağlayabilirdim.”

                Kuşkusuz, çok geç kalmış gibi görünen bir özeleştiri bu. Ama “Olsun, diyorsunuz, bakarsınız, bu yazdıklarımı, çalışmakta olan bir öğretmen okur, benimser ve o, böyle bir eksiğini giderebilir. Neden olmasın?” diyorsunuz, içinizden. Ardından, bir soru daha takılıyor belleğinize: “Böyle bir isteğini, tüm koşullar elverişli olsa bile, tam olarak gerçekleştirebilir mi bir öğretmen; her öğrencisine ulaşabilir mi?. Her öğrencinize belki hiçbir zaman ulaşamazsınız. Ancak, bugünkü bilincinize, öğretmen-öğrenci ilişkisine yönelik bugünkü anlayışınıza o zamanlar sahip olsaydınız, çok daha fazla öğrencinize ulaşabileceğiniz ya da onların size ulaşması için gerekli kapıları açık tutabileceğiniz, kesindi.” diyorsunuz.

                Facebook’ta arada bir de yazılar yazıyorsunuz; o yazılarınıza yönelik, sizi can evinizden vuran duygulu tümceler yazdıklarına, yetkin yorumlar yaptıklarına tanık oluyorsunuz kimi öğrencilerinizin. Onları gördükçe, “Bu çorbada benim de tuzum var.” diye kendinize bir pay çıkarıyorsunuz.

                Bir de öğrencinizken size ulaşamayıp yıllar sonra dost olduğunuz öğrencilerinizin var olduğunu ve bu olgunun benzersiz hazzını da yaşadığınızı anımsıyorsunuz.

                Bitmedi. Daha beş gün öncesinde, bir akademisyen öğrenciniz, öğretmenliğin o eşsiz güzelliklerinden birini daha tattırıyor size. Kasabanızda, bir üniversitenin hazırlamış olduğu “Mutlu Okul, Başarılı Okul” projesinin öğretmenlere sunulduğunu; sunulan konuların, ilginizi çeken konular olduğunu düşündüğünü bildiriyor, bir öğretmen dostunuz. Gittiğiniz salonun ortalarında bir kenar koltuğa ilişip sunumu beklerken, yüksek özgüvenli bir bayan yaklaşıyor yanınıza ve kendisinin, öğrenciniz olduğunu ve adını söylüyor. Ta otuz yıl öncesine gidiyorsunuz birlikte. Ardından, şu anda çalıştığı üniversite adına, öğretmenlere sunulan bu projenin hazırlayıcısı ve eşgüdümcüsü olduğunu söylüyor. Sonra, kolunuza sarılarak ön sıraya götürmek istiyor sizi. Siz, direniyorsunuz. “Sağ ol” diyorsunuz. Protokol sıralarında oturmayı sevmediğinizi, sunum bitince görüşebileceğinizi söylüyorsunuz. Bu kez de öğrenciniz başlatıyor direnişi. Buranın sorumlusunun kendisi olduğunu ve sizin de kendisinin konuğu olduğunuz konusunda ısrarını sürdürüyor. Yeniliyorsunuz. Konuşmacı hocalar geliyor biraz sonra. Sizi gururla onlarla tanıştırıyor öğrenciniz. Kendisiyle ve hocalarla çok sıcak ve içten söyleşileriniz oluyor, sunum öncesinde ve sonrasında. Birlikte fotoğraflar çekiliyor, Facebook’a konuluyor, Facebook arkadaşlıkları oluşuyor. Son günde kapanış konuşmasının bir yerinde sizin adınızı da anıyor eşgüdümcü öğrenciniz. Böyle şeyleri sevmemenize karşın, öğrencinizin gösterdiği bu duyarlık hoşunuza gidiyor. Otuz yıl sonraki bu buluşmanın sonunda, bu akademisyen öğrencinizi, sekseninde bir öğretmen duygusuyla kucaklayıp uğurlarken gözleriniz doluyor.

                Siz, ömrünüzün son demlerini o “mütevazı” köşenizde okunmayı bekleyen kitaplarınızla, kâğıdınızla kaleminizle, yalnızlığınızla baş başa geçireceğinizi düşlerken, o “vefalılığın timsali” öğrencilerinizin varlığı nedeniyle uçup gidiyor yalnızlık duygularınız. Dahası, bu karşılaşmaların sizde oluşturduğu coşku, içinde bulunduğunuz yaşınızın getirdiği tüm engeller yokmuşçasına, daha güçlü bir hevesle sarılmanızı sağlıyor kitaplarınıza, kâğıdınıza kaleminize.

                Evet; anlat, anlat, bitmez güzellikleri öğretmenliğin. İnsan, eylemli olarak çalışırken o güzelliklerin bilincinde olabilse ve o güzellikleri yaşama geçirebilse, yeni kuşaklar, kim bilir nasıl aydınlık bir geleceğe hazırlanmış olur, değil mi?

Corumio
27.09.2017

GERİ