çorum ilköğretmen okullular

Öğretmenim RASİM BAKIRCIOĞLU

               Cemal TÜRKMEN 

               Yaşamım boyunca ünlü öğretmenlerin öğrencisi olmuş öğretmenlere hep imrendim. “Ne mutlu onlara.” dedim. “Böylesine ünlü, saygın, değerli eğitimcilerin tedrisinden geçmiş, onlarla ilgili anı biriktirmişler.” Bir de ünlü bir öğretmenin ardından onu olumlayan yazılar yazan eğitimciler var. Onlara da hep imrendim. Ve “Niçin benim de hakkında yazı yazabileceğim ün yapmış bir öğretmenim yok?” diye hayıflanıp durdum.

               Ben şimdiye dek sadece bir kişinin, Talip Apaydın’ın ardından kısa bir yazı kaleme aldım. Onu da Apaydın’ı yakından tanıdığım, kendisiyle ilgili ilginç anılarım olduğu için değil; salt bana anlatmış olduğu fıkramsı bir serzenişi bende kalmasın diye yazmıştım.

               Ne var ki iyice düşününce hayıflanmamın pek de yerinde olmadığı kanısına vardım.

Geçmişe şöyle bir göz attığımda aslında benim de çok ünlü öğretmenlerimin olduğunu, ama ne yazık ki olarla ilgili anı biriktirecek kadar yeterli süre birliktelik yaşamadığımın ayrımına vardım. Örneğin mektupla öğretimde okurken (Mektupla öğretim, öğrencilere ders notlarının merkezden gönderildiği, ayrıca yazın üç ay süreli yüz yüze eğitim yapıldığı bir dışarıdan okul bitirme uygulamasıdır.) yüz yüze öğretim derslerinde benim de ünlü öğretmenlerim oldu. Mehmet Aydın bunlardan biriydi. En çok da müfettişlik eğitimi sırasında ünlü eğitimcilerden ders almıştık. Niyazi Karasar, Yaşar Baykul, Ömer Peker, Beşir Göğüş, Rasim Bakırcıoğlu, İlhan Akhun, Özgör Demiral, Cavit Binbaşıoğlu,  Kenan Okan, Asaf Çalışkaner, Ayşegül Ataman…  Bu, her biri alanlarında otorite olan değerlerle ilgili -Rasim Bakırcıoğlu dışında- uzun uzun yazacak kadar anım olmadı. Kısa kısa anılarım oldu ama onlar da bir yazıya konu oluşturabilecek oyluma ulaşmadı.

               Aydınlık yazarlarından Mehmet Akkaya, 22 Mart 2017 günlemli yazısında, özetle, “Biri hakkında bir şeyler söyleyecekseniz aramızdan ayrılmasını beklemeyin.” diyor ve yeni tanıştığı Mustafa Cerit adlı emekçinin mücadele dolu devrimci geçmişini hayranlıkla ve övgüyle aktarıyordu okuyucuya.

               Akkaya yazısına şöyle bir giriş yapmıştı: ”Ölmeden defter tamamlanmaz, iyi mi, kötü mü not verileceği, ancak ömür tamamlanınca belli olur derler.

               Ama öyleleri vardır ki, on ömre bedeldir hayatları. Kalan ömürlerinde de, on kere kusur işleseler dahi, çoktan anıtlaşmışlardır ve o anıtı aşındırmaya yetmez kusurlar.

               Böylelerini hayırla anmak, ömürlerinden ışık almak için ölmelerini beklemek, erdeme sırt dönmek gibidir. Yaşarken görmemek ise, büyük gaf olacaktır. “

.........

               “Ve böyle insanların hayatından hepimiz için öğrenecek koca koca dersler olduğunu anlayınca, bu erdemle okuyucuları buluşturmak için ömrün tükenmesini beklemenin çok, hem de çok büyük haksızlık ve hata olacağını anladım ve bu satırlar çıktı ortaya.”

               Haklıydı Akkaya. Birileri hakkında yazı yazmak için niçin onların yaşamdan kopmaları bekleniyordu? Söylenecek sözler, niçin, kişi sağ iken söylenmiyordu? 

               Bu yazıyı yazmaya,  işte bu nedenle karar verdim. Evet, benim de ünlü bir öğretmenim vardı ve ben onun hakkında yazı yazmak için neyi bekliyordum? Ömrünün tükenmesini mi? Ne kadar ayıp! Kişi öldükten sonra yazılacak yazının ölen üzerinde ne gibi bir etkisi olabilir? Övgü dolu bir yazı onu mutlu edebilir mi? Ya da yergi, üzebilir mi? Sonra, kimin ne gibi bir güvencesi olabilir, önce ya da sonra yaşama veda edeceğine ilişkin? Belki de ben önce ölüp gideceğim ve yazmak istediklerim benimle birlikte öbür tarafa gidecek. Kim bilir?

               Bakırcıoğlu benim Çorum İlköğretmen Okulu’ndan üç yıllık meslek dersleri öğretmenimdir. Öğretmenlik yaşamımda gösterdiğim olumsuz davranışların tümü kendi yetersizliğimdir, ama olumlu meslek özelliklerimin tümünü ondan aldığımı gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Sakin, sabırlı, disiplinli, planlı, konusuna egemen, yaptığı işin öneminin ayrımında bir öğretmendi. Ders yaparken arada bir elindeki küçük kartonlara yazmış olduğu notlarına bakışından onun karşımıza geçmeden önce bizden daha çok ders çalıştığına tanık olmuşumdur. O gün çok sağlıklı değerlendiremediğimiz bu davranışın öğrenciye verilen değerden kaynaklandığını yıllar sonra kavrayabilmiştik. Bugün okuduğum her kitap ve yazıyla ilgili küçük kartonlara notlar alıyorsam, onun üzerimde bıraktığı etkidendir.

               Rasim Bakırcıoğlu aramızdan biriydi ve bize çok yakındı. Öğrenci arkadaşlarımızın birisinin sağlık memuru olan babasının evinde kiracıydı. Yani ulaşılır bir yerdeydi, sanki komşumuzdu. Yıllar sonra düşünüyorum da acaba o sağlık memuru köy enstitülü bir sağlık memuru muydu? Keşke bunu Osman ya da Hakkı Kolağası kardeşlerden birisine sorsaydım.

               Hiç sinirlenmezdi. Sanki vücudunun sinir uçları yok gibiydi. Her türlü soruyu anlayışla karşılar, ciddi karşılıklar verirdi. Yıllar sonra müfettişlik eğitimi sırasında Çorum İlköğretmen Okulu’ndan öğrencileri, yüzüne karşı itiraf ettiler: “Hocam, biz aramızda iddiaya girerdik, sizi kızdırabilir miyiz diye, sizin de sinirlenip öğrenci dövebileceğinizi kanıtlamak için. Sonra, sizi kızdırmak için olmadık abuk davranışlar yaparak tepenizi attırdık ve bir öğrenciyle tokat vurmanızı sağladık.”  Ben, Rasim Bey’in tepkisini merak ettiğim için onun jest ve mimiklerini izlemiştim. Doğrusu yorumlamakta zorluk çektiğim bir tavır takınmıştı. Normalde gülümseyerek, “Sizi gidi haylazlar sizi!” demesini beklemiştim. Ama o  -benim değerlendirmeme göre- yüzünde beliren bulanık bir ifadeyle sanki bu anıdan hiç de mutlu olmadığını anlatmıştı.

               Rasim Bakırcığolu bir Türkçe sevdalısıydı. Ben onun anlatımlarında kullandığı Öztürkçe sözcükleri alır, kendime mal eder ve kullanmaya özen gösterirdim. Üzerimizde bu anlamda Türkçe/Edebiyat öğretmenlerimizden daha çok etkisi vardı. Hatta daha ileri giderek gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, edebiyatla ilgilenen arkadaşlarımızın asıl edebiyat öğretmeni oydu. Bizim yazınsal kişiliğimize o yön verdi.

               Edebiyat öğretmenlerimiz dururken çıkarmış olduğumuz Yaşantılar dergisini o yönetti. Sanırım, Derginin adını koyan da oydu. Bizim dönemden halen okuyup yazmayı sürdüren arkadaşlarımız kendilerini ilk kez onun rehberliğinde çıkan Yaşantılar dergisinde kendilerini gösterme fırsatı buldular. Bize okumamız gereken kitaplar konusunda da önerilerde bulunurdu. Örneğin Jack London’un Martin Eden’ini onun önerisiyle okuduğumu anımsıyorum,  Varlık dergisiyle onu önerisiyle tanıştığımı biliyorum. Okul çapında düzenlenen öykü ve şiir yarışmalarına onun güdülemesiyle katıldık, derecelere girip gelecek için cesaret ve güven kazandık.

               Edebiyatla ilgilenen, kendince öykü ve şiir yazan öğrencilerle yakından ilgilenirdi Rasim Bey. Salt kendi ilgisiyle yetinmez çevresindeki bulunan edebiyat dostlarının da bizimle ilgilenmesini sağlardı. Eti Ortaokulu’nda İngilizce öğretmeni olan Rüştü Apaydın’la ve İlköğretim Müfettişi Ali Dündar’la tanışmamızı da o sağlamıştı. O günlerde Rüştü Apaydın’ın bizim Atatürk’e Dilekçe adıyla bildiğimiz şiiri sanırım Varlık’ta yayınlanmış ve epeyce konuşulmuştu.  Ali Dündar da yerel günlük gazete Yeni Adım’da yazılar yazıyordu. Belki onun da etkisiyle kısa bir süre sonra aynı gazetede benim de bir köşem olmuş,”Köyden Kente Notlar” kaleme almıştım. Hatta, bir bahar günü ben, köylüm Mahmut Bayatlı, Ali Dündar, Rüştü Apaydın ve Rasim Bey,  kültür edebiyat kolu başkanı Şükrü Gümüş’ün çağrısı üzerine, köyü Göcen Ovacağı’na birlikte gitmiş, gün boyunca diğer konuların yanında şiirden ve edebiyattan da söz etmiş, onlardan epeyce etkilenmiştik. Üç öğretmen, üç öğrenciyi adam yerine koymuş, arkadaşları ve akranlarıymışız gibi bizimle ciddi ciddi söyleşmişlerdi.  (Şükrü, ilk görev yeri olarak Hakkari’ye isteyerek gitmiş, orda çalıştığı iki yıl boyunca yöredeki “Türkçeden gayri” konuşan insanlarının öyküsünü Zap Boyları adı altında romanlaştırmış ve Milliyet’in yarışmasında mansiyon ödülü kazanmıştı.)

               Bakırcıoğlu ile öğretmenlik yaşamımda da -Çorum’da görev yaptığı sürece- örgüt arkadaşlığımız oldu. TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası)’te de TÖBDER (Türkiye Öğretmenler Birlik ve Dayanışma Derneği)’de de birlikteydik.  O, örgüt içinde hep ciddi ve ağırbaşlı tavrını sürdürmüştür. İçlerinde benim de bulunduğum pek çok öğretmenin aksine o örgüte oyun oynamak üzere gelmez, okuma bölümünde gazete okur, oyun oynamayan arkadaşlarıyla söyleşir, örgüt binasında fazlaca vakit geçirmez, şöyle bir görünür ve her zaman yanında taşıdığı ince evrak çantasını koltuğunun altına alır giderdi.

               Rasim Bakırcıoğlu’nun benim yaşamımda özel ve saygın bir yeri vardır. Ona olan saygımı, evlilik yüzüğümüzü takmasını önererek gösterdiğimi düşünüyorum. O yıllarda TÖS binasının bodrum katı pek kullanılmıyordu. Biz bir grup öğretmen ve genç Devrimci Kültür Kulübü’nü kurmuş ve kullanılmayan bu
bodrum katını da Kulübün mekânı olarak düzenlemiştik. Nikâh törenimiz gündeme geldiğinde oldukça geniş olan bu mekânda bir tören yapmaya karar verdik. Yüzüklerimizi de eşimin de öğretmeni olan Rasim Bakırcıoğlu’nun takmasını istedik. Rasim Bey, TÖS’ün bodrum katında taktı evlilik yüzüklerimizi, alkışlar eşliğinde. Yeri gelmişken söyleyeyim; Bakırcıoğlu aşağıda yüzüklerimizi takarken çağrılımız olan ilkokul öğretmenimin aşağı inmeyip yukarıda oyun oynamayı sürdürmesi beni uzun süre iç burukluğu içinde bırakmıştır.              
             Rasim Bey’in daha o günlerde -1970 öncesi ve sonrasında- önemli işlere imza atmış saygın bir eğitimci olduğuna ilişkin kanım, onu TÖS’ün hazırladığı Devrimci Eğitim Şûrası’nda sunduğu bildirinin Devrimci Eğitim Şûrası kitabında yayınlanmasıyla pekişmişti. O günlerde ayrımında değildim ama büyük bir olasılıkla 1969’daki Büyük Eğitim Mitingine ve dört günlük büyük iş bırakma eylemine birlikte katılmıştık öğretmenimle.

              Erzurum Kâzım Karabekir Eğitim Enstitüsü’ne atandıktan sonra, uzun süre kendisinin hangi çalışmalar içinde olduğuna ilişkin bir bilgim olmadı. Ama Millî Eğitim Bakanlığı’nın aylık yayın organı Millî Eğitim dergisinin çıkarılmasına yoğun katkı verdiğini Derginin künye ve içindekiler sayfasında gördüm, yazılarını zevkle okudum. Sonra Ankara’da müfettişlik eğitimi sırasında 8 ay boyunca onunla -bizim sınıfın dersine girmediği için- sık sık olmasa da zaman görüşüp kısa kısa söyleştik. 

              Yıllar sonra o da ben de emekli olduğumuzda ikimiz de ayrı birer ünite dergisinin başında birbirimize rakip olduk. Rakip demem sözün gelişi. Onun çıkardığı dergi, satış yöntemlerinin de etkisiyle neredeyse bir milyon satarken benim çıkardığım dergi, elli bini buldu bulamadı. 

              Rasim Bakırcıoğlu’nun bir köy enstitülü olduğunu yıllar sonra öğrendim. Köy Enstitüleri konusunda araştırma yaparken, adına, Nedim Menekşe’nin Köy Enstitü Gerçeği kitabının sonundaki mezunlar listesinin Cılavuz Köy Enstitüsü mezunları listesinde rastladım. O an içten içe sitem ettim öğretmenime. Neden kendisinin ve Ali Dündar’ın enstitülü olduğunu söylememişti bize? Ya da yatılı öğrencilere söylemiş de ben mi duymamıştım? Öğrenciliğimde duymamıştım ama örgüt arkadaşlığımız sırasında da enstitü ve enstitüler konusu hiç açılmamıştı. Belki de konu benim bulunmadığım toplantılarda ya da söyleşilerde konuşulmuştu da benim haberim olmamıştı? Yoksa köy enstitülü öğretmenlerin baskılardan korunmak için enstitülü olduklarını sakladıkları dönem o yılları da içine alacak kadar sürmüş müydü? Salt onu değil, pek çok öğretmen arkadaşımın/ağabeyimin, köy enstitüsü çıkışlı olduklarını yıllar sonra o listeden öğrenip adlarının yanına işaret koymuştum.

             Öğretmenimin köy enstitüleriyle ilgili anı ve düşüncelerini Firdevs Gümüşoğlu’nun, Cılavuz Köy Enstitüsü adlı kitabında ayrıntılarıyla okuma olanağı buldum. Ancak, okumaya yazmaya bu kadar düşkün öğretmenimin köy enstitüsü anılarını içeren ya da enstitülerle ilgili düşüncelerini aktaran bir kitabının olmayışını nasıl yorumlayacağımı bilemiyorum.

              Öğretmenimin çok üretken bir aydındır. Çocuk kitapları, ünite dergileri, Türkçe ders kitapları ve uzmanlık alanına ilişkin çok değerli yapıtlar. Onun kitapları hakkında söz söylemek benim boyumu aşar. Ancak şu kadarını söylememde bir sakınca olduğunu sanmıyorum: Onun,  ruh sağlığı, rehberlik ve psikoloji konulu sözlük çalışmalarını yapabilmek için onun gibi cesaretli, onun gibi sabırlı ve titiz ve onun gibi birikimli olmak gerekir.

              Herkes bilir ki sıcağı sıcağına yazılmayan anılar, aradan uzun bir zaman geçtikten sonra yazılırsa, doğallıkla unutmaları, karıştırmaları da içinde barındırır. Bizim de başlangıcı yarım yüzyıl öncesine dayanan anılarımızda bu tür kusurların olması doğal karşılanmalıdır.

              Sevgili öğretmenim,  sana, beden ve ruh sağlığı içinde nice uzun yıllar diliyorum. Laf olsun diye söylemediğim bu dileğimin gerçekleşmesini, yüreğimin derinliklerinden gelen içten bir duyguyla, can-ı gönülden istiyorum.               03.08.2017

.

  • Bu yazı, Öğretmen Dünyası Dergisi’nin Şubat 2018 günlemli 458. Sayısında yayınlanmıştır.

ÖĞRENCİM CEMAL TÜRKMEN’E AÇIK MEKTUP

        Rasim BAKIRCIOĞLU

        Sevgili Türkmen!

        Şubat 2018 tarihli Öğretmen Dünyası’nda yayımlanan “Öğretmenim Rasim Bakırcıoğlu” başlıklı yazını yoğun duygusal ve düşünsel gel-gitler yaşayarak okumuştum. Yazdıkların, olup bitenleri, iyiyi-kötüyü gören ve yetkin bir kavrayışla değerlendiren vefalı, duyarlı öğrencilerimin var olduğunu bir kez daha kanıtlamıştı bana. Yazını bitirdiğimde, hem yaşattığın güzel duygu ve düşüncelerden söz eden hem de kimi kuşkularına, “acaba?”larına açıklık getiren bir yazımı, yine aynı dergi aracılığı ile sana ve ilgilenen okurlara iletme düşüncesi geçmişti, içimden. Ne ki ha bugün, ha yarın derken, Öğretmen Dünyası, yayınına son verdi. Bu beklemediğim olgu, o yazıyı yazmamı bugünlere dek ertelememe yol açtı. Şimdi, bu değerli sitede bana yazı yazma kapısı açılınca, söz konusu duygu ve düşüncelerimi anlatma isteği, yeniden öne çıktı.

        Sevinçle, kıvançla okumuştum yazdıklarını. Çorum İlköğretmen Okulunda üç yıl boyunca öğretmenin olan Rasim Bakırcıoğlu’nun kimi kişilik özelliklerini, yapıp ettiklerini dile getiriyordu, yazdıkların. Öğrencisi oluşunun üzerinden yarım yüzyıldan fazla bir süre geçtikten sonra, öğretmeninin sende (belki de başka birçok öğrencisinde de) iz bırakan aşağıdaki kişilik özelliklerinden, tutum ve davranışlarından ve sana (belki de başka birçok öğrencisine de) kazandırdığı değerlerden söz ediyordun:

        Sakin, sabırlı, disiplinli, planlı, işlediği konuya egemen. Sinirlenmiyor. Dayağın yaygın olduğu o yıllarda, öğrencisine dayak attığı görülmüyor. Yaptığı işin ayrımında. Öğrencilerine değer veriyor; öğrencilerinin her türlü sorusunu anlayışla karşılıyor, her soruya ciddi karşılıklar veriyor.

        Öz Türkçe sevdalısı. Bu eğilimi, öğrencilerinin de öz Türkçeyi benimsemesine yol açıyor. Meslek dersleri öğretmeni olmasına karşın, öğrencileri üzerinde bir Türkçe/edebiyat öğretmeni etkisi yaratıyor. Öykü, şiir yazan öğrencileriyle yakından ilgileniyor. Kültür edebiyat ve yayın kolu gözetici öğretmeni olarak okulda, isim babası da olduğu, Yaşantılar adlı derginin yayımlanmasına önayak oluyor. Bu dergi, birçok öğrenciyi okumaya, yazmaya özendiriyor. Okumaları için öğrencilerine Martin Eden gibi kitapları, Varlık gibi dergileri öneriyor. Okulda düzenlenen şiir yarışmasına katılmaları için öğrencilerini güdülüyor; öğrencilerine, bu yarışmalarda dereceye girmenin mutluluğunu yaşatıyor. Okumayı yazmayı seven öğrencilerini çevresindeki edebiyat dostlarıyla da tanıştırıyor.

        Kültür edebiyat ve yayın kolunun uzun erimli, çalışkan, üretken başkanı, şair, yazar Şükrü Gümüş’ün, okulu bitirdikten sonraki çağrısı üzerine, onun köyü Göcenovacığı’na gidişe önayak oluyor. Bu ziyarete İlköğretim müfettişi, yazar Ali Dündar; İngilizce öğretmeni, şair Rüştü Apaydın; şair, (daha sonra, Türkçe öğretmeni ve avukat da olan) şair Mahmut Bayatlı; şair (daha sonra, eğitim müfettişi ve yazar olan) öğrencisi Cemal Türkmen’le birlikte gidiliyor. Orada bol bol şiirden, edebiyattan konuşuluyor. (Kendi isteği ile Hakkâri’de öğretmenlik yapmayı seçen Şükrü Gümüş, Hakkâri’de yazdığı Zap Boyları adlı romanıyla Milliyet gazetesinin roman yarışmasında üçüncülük kazanacaktır.)

        TÖS’te, TÖBDER’de, öğrencileriyle, tabii, Türkmen’le de öğretmen örgütü arkadaşı oluyor. Örgüt içinde de hep ciddi, ağırbaşlı bir tutum sergiliyor. Örgüt şubesinin oturma salonuna, oyun oynamak için değil; salonun okuma bölümünde gazetelere göz atmak, oyun oynamayan öğretmenlerle söyleşmek amacıyla uğruyor, uzun süre kalmadan ayrılıyor. Okuma yazmayı, kendini geliştirmeyi seviyor. Yeni Gün ve Çorum gazetelerinde altı yıl boyunca haftada bir köşe yazısı yazıyor.

        TÖS’ün düzenlediği Devrimci Eğitim Şurasına Çorum Şubesi temsilcisi olarak gönderiliyor. TÖS’ün gerçekleştirdiği Büyük Eğitim Yürüyüşüne, Çorum Şubesi üyeleriyle birlikte katılıyor. Çok sayıda Çorum Şubesi üyesi ve Çorum İlköğretmen Okulunun 28 öğretmeniyle birlikte, TÖS’ün iş bırakma eyleminde de yer alıyor.

        Kendisiyle ilişkisini kesmeyen, daha sonra çalıştığı yerlerde, Türkmen ve eşi gibi, kendisini ziyarete gelen öğrencilerine, eskisinden de sıcak, içten ilgi gösteriyor.

        Yayımlar Genel Müdür Başyardımcısı olduğu dönemde, MEB Milli Eğitim Dergisini yönetiyor, dergide yazıları yayımlanıyor.

        Özgün Medya’da, Genel Yayın Yönetmeni ve yazar olarak Özgün Ünite Dergisi ve Çağdaş Ünite Dergisi adlı süreli yayınlara; ilkokul 1., 2., 3., 4. ve 5. sınıflar için yazdığı Türkçe Dilbilgisi kitaplarına ve Güner Yalçın’la birlikte yazdığı ilkokul Türkçe ders kitaplarına, Türkiye düzeyinde, benzerlerinden daha çok yeğlenen kitap niteliğini kazandırmada birincil etken oluyor.

        Firdevs Gümüşoğlu’nun Sözlü ve Yazılı Belgeler Işığında Cılavuz Köy Enstitüsü adlı yapıtında, bu enstitüdeki öğrencilik yaşantılarından da söz ediyor.

        Yazdığı Rehberlik ve Psikolojik Danışma, geliştirilmiş 8. Baskıya; Çocuk ve Ergende Ruh Sağlığı, geliştirilmiş 7. Baskıya; 1752 sayfa tutarındaki Ansiklopedik Eğitim ve Psikoloji Sözlüğü, geliştirilmiş 2. Baskıya ulaşıyor. Bu yapıtları, birçok bilimsel araştırmada yararlanılan kaynaklar; birçok sitenin seçtiği önemli kitaplar arasında yer alıyor. Yeni baskıları yapılan çocuk öykülerini, romanlarını kaleme alıyor.

        Cemalcığım!

        Söz konusu yazında saydığın; benim de kendi cümlelerimle yukarıya aldığım kişilik özelliklerimin, sergilediğimi belirttiğin tutum ve davranışlarımın, sıraladığın yapıp etmelerimin tümüne sahip çıkıyorum. Onların tümünü siz öğrencilerime iyi örnek olması, kişiliğinizin yetkinleşmesine katkı sağlaması amacıyla bilinçli olarak ortaya koymaya çalıştığımı bir kez daha vurgulamalıyım.

        Gelelim, yazındaki sitemine ve kuşkularına, kuruntularına:

        Yazının bir yerinde, “Öğretmenim, kendisinin, Ali Dündar’ın köy enstitüsü mezunu olduğunu neden söylemedi?” biçiminde bir soru soruyorsun. Ardından da “Yoksa köy enstitüsü mezunu öğretmenlerin baskılardan korunmak için enstitülü olduklarını sakladıkları dönem, o yılları içine alacak kadar sürmüş müydü?” biçimindeki ikinci bir soruya yer veriyorsun.

        Ben, 1950-1951 öğretim yılında öğrenci oldum Cılavuz Köy Enstitüsünde. 1953-1954 öğretim yılında da enstitüler ilköğretmen okuluna dönüştürüldü. Bu nedenle, 1955-1956 öğretim yılı Haziran döneminde İlköğretmen okulunu bitirmiş olarak ilkokul öğretmenliğine başladım. Böylece ne yazık ki benim yalnızca üç yılım köy enstitüsünde geçmiş oldu. Yani ben, köy enstitüsü mezunu değilim. Ali Dündar ise hem köy enstitüsü mezunu hem de Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü mezunudur.

        Ne ben, köy enstitüsünde okumuş olmamdan ötürü kendimi korumak için enstitüde öğrenci olduğumu bir gün bile saklamayı aklımdan geçirdim ne de çok yakından tanıdığım Ali Bey’in öyle gereksiz ve korkak bir tutumuna tanık oldum. O zamanlar ben, Yeni Gün ve Çorum gazetesi ile İğdeli Gelin adlı dergi dışında bir yerde yazı yazmıyordum. Ancak Ali Bey, Yeni Gün ve Çorum gazetesinden başka Türk Dili dergisinde ve başka birçok dergide, köy enstitüleri, Atatürkçülük, dil gibi değişik konularda cesur yazılar yazan, bir yazar ağabeyimizdi.

        Köy enstitülü öğretmenlerin, baskılardan korunmak için enstitülü olduklarını sakladıklarını ilk kez senden duymuş oldum. Belirttiğin duyguları nedeniyle enstitü mezunu olduklarını saklayan öğretmenler olmuştur belki, senin de belirttiğin gibi. Ama benim tanıdığım ve rastladığım köy enstitüsü mezunlarının, enstitüde okumaktan söz açıldığında, okudukları bu okuldan, gururla ve mutlulukla söz ettiklerine tanık oldum, hep. Ben bile üç yıl köy enstitüsünde okuduğumu her fırsatta dile getirmekten büyük bir mutluluk duydum, duyuyorum.

        Senin de bildiğin gibi köy enstitülü öğretmenlerden birçoğu da bu kurumların, köy çocuklarının temel eğitimindeki ve köylerimizi canlandırmadaki etkin yerini ve önemini, yapıtlarıyla anlatagelişlerdir. Bu kalem sahipleri, köy enstitülerinin kuramsal dayanaklarını belirleyen; kuruluşlarını planlayan ve işleyişlerini sağlayan İsmail Hakkı Tonguç’u; Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’’i büyük bir hayranlık ve coşku ile anlatan yapıtlar yazmışlardır. Cumhur Başkanı İsmet İnönü’nün, enstitüleri kapatmaya yönelik gerici girişimler sırasındaki suskunluk dönemine kadarki desteklerini de övgüyle kaleme almışlardır. Bu kurumların, yalnızca ülkemiz için değil; gelişmeye gereksinimi olan bütün az gelişmiş ülkeler için de geçerli, özgün bir buluş olduğu bilinmektedir

        Köylerimizin canlanması yönünde gözünü budaktan, sözünü dudaktan esirgemeden, köylerimizin canlandırılması savaşımına girişen birçok köy enstitülünün, yok yere hırpalandığı, acı çektiği ise çok doğrudur. Ancak, yapılan baskılar ve verilmek istenen gözdağı, onların bir adım bile gerilemesini sağlayamamıştır. Onlar, yurdu, ulusu, ulusal bağımsızlığı ve hem bizim insanımızın hem de tüm insanlığın mutluluğu için çaba göstermekten geri durmamışlardır. Köy enstitülülerin bu savaşımcılığını, köy enstitüsü havasını biraz olsun solumuş birisi olarak ben de onları her zaman hayranlıkla izledim ve onlardan beslendim, hâlâ beslendiğim gibi. İşlevi tanımlara sığmayan tüm yetkin öğretmenlere bir kez daha selam olsun.

        Bir de köy enstitülerine ve Cılavuz’a yönelik yaşantılarımı neden, bir kitaba dönüştürmediğime yönelik merakına yer vermişsin, yazında. Bu beklentinin de beni çok duygulandırdığını belirtmeliyim. Cılavuz ve enstitüler konusunda değişik yerlerde kısa yazılarım yayımlanmadı, değil. Köy enstitülerini anlatan biraz daha geniş bir değerlendirmeme de Ansiklopedik Eğitim ve Psikoloji Sözlüğü adlı çalışmamın geliştirilmiş 2. baskısında yer verdim. Senin gibi vefalı, duyarlı, zeki ve çalışkan bir öğrencim olan emekli eğitim müfettişi Seydahmet Soylu’nun hazırlayıp You Tube’a yüklediği videoda da Cılavuz Köy Enstitüsüne ilişkin kimi duygu ve düşüncelerim de aldı. Mademki merak etmişsin, bu konudaki daha kapsamlı bir tasarımımdan da söz edeyim sana: Kalan zamanım bitirmeme izin verirse, öğrencilik ve öğretmenlik yaşantılarımı içeren bir kitap üzerinde de çalışıyorum.

        Sana, köy enstitülü oluşumuzdan söz etmemiş olmamız, bence başka nedenlerden kaynaklanmıştır. Öğretmenin, her konuyu öğrencileriyle paylaşması gerekmemekle birlikte, söyleşilerimizde söz, oraya gelmiş olsaydı, bu konuyu rahatlıkla paylaşırdık, seninle.

        Benim, Çorum İlköğretmen Okulunda geçirdiğim dokuz yıla yakın süre içinde, yeri gelseydi ve zamanımız olsaydı, yalnızca seninle değil; bütün öğrencilerimle Cılavuz’la ilgili anılarımdan başka, ilkokul öğretmenliğimle, İstanbul eğitim Enstitüsünde geçen yaşantılarımla ilgili pek çok anımı da paylaşmayı çok isterdim. Cılavuz’daki Mehmet Dündar, Yusuf Ziya Bahadınlı, Nevin Göğsal, Cahide Kelekçi öğretmenlerimi; İstanbul Eğitim Enstitüsünden Faik Binal, Ahmet Zeki Ökmen, Fatma Varış, Fikret Özgönenç, Salih Otaran, Ertuğrul Günışık öğretmenlerimi uzun uzun anlatmak isterdim. Enstitüde düzenlenen geceleri, perşembe gezilerini, Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu’nun konferanslarını, İstanbul’un 60’lı yıllarının toplumsal-kültürel yapısını ve bizim o toplumsal-kültürel ortamdan olabildiğince yararlanmak için Eğitim Bölümü öğrencileri olarak neler yapmaya çalıştığımızı, neler yaptığımızı da paylaşmak isterdim.

        Örneğin, Eğitim Enstitüsünde iki yıl boyunca Şair Behçet Necatigil’den, edebi bilgiler; Yeni Türk Dilbilgisi yazarı Haydar Ediskun’dan da dilbilgisi dersleri aldığımı, onlarla ilgili çok değerli bulduğum yaşantılarımı da anlatırdım. Necatigil’in bir şiirimi nasıl incelediğinden ve bana şiir yazma konusunda neler önerdiğinden de söz ederdim. Siz, benim aynı zamanda Türkçe öğretmenliği diploma sahibi olduğumu da bilmiyordunuz. Ondan söz etmem için de uygun bir durumun oluşmadığını anımsıyorum. Ne yazık ki sınıfların kalabalıklığı, çok yoğun ders saatlerimiz ve yoğun ders konuları, sizi de etkileyeceğini düşündüğüm anılarımı sizinle paylaşmama izin vermiyordu.

        Herkes gibi ben de kişisel tarihime ilişkin doğru şeylerin bilinmesini istediğim için yazdıkların arasında, küçük de olsa, bu bağlamda birkaç eksiği tamamlamak; birkaç da yanlışı düzeltmek istiyorum.

        Yaşantılar dergisi, önce aynı adla duvar gazetesi olarak çıkıyordu. Daha sonra dergiye dönüştürüldü. Şair, yazar öğrencimiz, Çorum İlköğretmen Okullular Sitesinin yöneticisi Ayhan Altay’ın girişimi ve çabasıyla Yaşantılar dergisinin 60. Yıl Özel Sayısı olarak Mayıs 2016’da yayımlanan dergide, Yaşantılar duvar gazetesi ile Yaşantılar dergisinin yaşam serüvenini ve yetişmelerine katkıda bulunduğu şair ve yazarları “Yaşantılar’ın Çağrıştırdıkları” başlıklı yazımda, ayrıntılı biçimde anlattım.

Bir hafta süren TÖS’ün Devrimci Eğitim Şurasında bildiri sunduğum biçimindeki anlatımın doğru değildir. Şurada bildiri sunmadım. Şuraya sunulan on bildirinin ilki olan “Devrimci Eğitimin Amaçları, İlkeleri, Yöntemi” başlıklı bildiri üzerinde çalışan birinci komisyonda yer aldım. Komisyonumuza katılanları gösteren bir fotoğraf, TÖS’ün yayını olarak çıkan Devrimci Eğitim Şurası adlı kitapta görülebilir.

        Cemalcığım!

        Benimle ilgili olarak yazdığın duygu ve düşüncelerin; özellikle de yazının son cümlesinde çok içtenlikle belirttiğini duyumsadığım duygu ve dileklerinden, büyük bir mutluluk duydum. Ben de sana gönül dolusu sevgilerimi, sağlık ve mutluluk dileklerimi iletiyorum.

NOT: 18 Eylül 2020 günü NİRVANA SOSYAL BİLİMLER SİTESİ'inde yayınlanan bu yazı Öğretmenimiz sevgili Rasim Bakırcıoğlu'nun isteği üzerine buraya alınmıştır. 10.10.2020

Corumio
27.02.2018

GERİ