BİR KADIKÖY ACEMİSİNİN İZLENİMLERİ

A Kadir Dedeoğlu

           Kadıköy İskele Meydanında, ortalarda bir yerde, bir kanepede oturuyoruz Gönül'le... Akşam üzeri serinliği var... Çok az konuşuyoruz... Başımızı döndüren trafiği izliyoruz sessizce... O hantal gövdeleri ile hiç zorluk çekmeden iskeleye yanaşan, iskeleden ayrılan, ancak bu işleri kısa zamanda yapan onlarca vapurun trafiğini şaşırarak izliyoruz. O koca koca vapurlar sanki meydanın iç kısmındaki dolmuşlarla yarışıyorlar. Manevralarını onlar kadar kıvrak, onlar kadar hızlı yapıyorlar... Harika bir gösteri sunuyorlar.

           İşte bir vapur daha geliyor. Resimlerden tanıdığımız gibi bacasında dumanlar yok, ama düdük aynı. O tok düdük sesinden fark ediyorum geldiğini. Nasıl da nazlı, nasıl da gururlu geliyor süzülerek.. İskeledekilerden birisi ses veriyor aynı tonda. Sanki kur yapıyorlar birbirlerine...

           Benim işimmiş gibi iskeleyi tarıyorum hızla. Gelene yer arıyorum. Yok... Ne olacak şimdi? Bir yolu vardır mutlaka... Meraklanıyorum... Merakımı, gücü sesinden belli bir motor harıltısı gideriyor. İşte kımıldadı vapurlardan birisi. Biraz önce düdüğü ile ses veren olmalı. O gelmeden çıkabilecek mi diye düşünürken çıktı bile. Hem de hiç acele etmeden, çabucak... Olgun yaşta bir hanım edasıyla uzaklaştı.

           Boşalan yere hızla yaklaşan vapur sanırsın ki kenara bindirecek. Nefesimi tutup tüm dikkatimle izliyorum. Motorunun harıltısı değişiyor, hızı kesiliyor, yavaşlıyor, yavaşlıyor, kıyıya küçük bir temasla duruyor. Şaşırıyorum...

           Vapurun durması, yolcuları telaşlandırıyor. Hepsi birden dökülüyor iskeleye. Herkes bir yana yöneliyor. Her vapur gelişinde olduğu gibi karışıyor ortalık. Heyecanlanıyorum...

******

           O karışıklığın içinde, köpeği ile sürekli inatlaşan bir genç takılıyor gözüme. Tasmanın ipini olabildiğince kısa tutmuş. Köpek ipi uzatarak özgürlüğünü biraz daha genişletme çabasında. Ama izin yok...

           Ben onları izlerken hemen yanımda, irice, sahipsiz bir köpek belirdi... Kulaklarını şapırdatarak başını birkaç kez sağa sola sallayıp, gerindi. Belli ki biraz önce uykudaydı. Kulaklarını sahibi ile inatlaşan minik köpeğe dikti. Dikkatle izlemeye başladı. Çevresini acelece taradıktan sonra yine minik köpeğe odaklandı. Sanki yüzünde muzip bir ifade vardı sahipsiz köpeğin. İşte eğlence der gibiydi. Belli belirsiz hırladı. Gözünü minik köpekten ayırmadan eşelendi. Çevresini kolaçan ettikten sonra tekrar hırladı. Tüm dikkati minik köpeğin üzerinde birkaç adım atıp oturdu. Geriye döndü, garip bir sesle havladı. Nereden geldiklerini fark edemediğim irili ufaklı dört köpek toplanıverdi çevresinde. Silkelendiler, koklaştılar, iri, sahipsiz köpeğin yanında yerlerini aldılar. Hepsi birden kulaklarını dikip, sahibinin yanındaki minik köpeği izlemeye koyuldular.

           “-Gönül şunları izle”, demeye kalmadı, bir yerden emir almışçasına hepsi birden fırladı. Minik köpeği sahibi ile birlikte sardılar. Çevresinde koşuşturuyorlar, hopluyorlar, zıplıyorlar, bol bol havlıyorlar. Ama zarar verecek bir davranışta bulunmuyorlar. Minik köpeğin korkmasına karşın, sahibinde aşırı bir telaş görmüyorum. Şaşırıyorum. Anlıyorum ki bu ilk değil... Minik köpek, sahibi ile buradan sık sık geçiyor, ekip de bu eylemi her zaman gerçekleştiriyor. Ve işin tadı çıkarılıyor...

           İri, sahipsiz köpek oyunu bırakıyor ve kuyruğuna geniş kavisler çizdirerek yanımdan geçip, geldiği yere geri dönüyor. Arkadaşları da onu izliyor. Minik köpek bacaklarının arasındaki kuyruğunu çıkararak, bozuk bir şive ile havlamaya çalışıyor. Sahibi ipi hafif bırakarak, sanki “Sen onlara aldırma.” diyor.

           Bu arada kim bilir kaç vapur ayrıldı iskeleden, kaç vapur geldi. İşte onlardan biri daha... İnen inene, koşuşturan koşuşturana... Akşam olmuş, herkeste bir telaş. İş dönüşü birçoğu için... İskele meydanı yine kalabalık, yine kalabalık...

           Geriye dönüp baktığımda, iri, sahipsiz köpek ve arkadaşları ile aynı ağacın gölgesini paylaştığımızı gördüm. Biraz öncekiler onlar değilmiş gibi, başlarını ayakları üzerine koymuş yatıyorlar. Gözleri kapalı. Uyuyor olamazlar. Bildikleri bir oyunu oynamışlar, hafif yorulmuşlar, dinleniyorlar gibi... Kim bilir, belki de, sahibi ile geçecek başka bir köpeği bekliyorlar. Yani yeni bir oyun...

           Sanki zor yaşam koşullarını birlikte daha kolay aşabileceklerini anlamış gibiler. Birbirlerinden hiç ayrılmıyorlar. Tam bir dayanışma içindeler. Birliktelikleri beni duygulandırdı. Binlerce kişinin, binlerce kez gelip geçtiği, eminim ki hiçbirisinin hiç fark etmediği o köpekler sanki orada mutlu gibiler. Sahibinin yanındaki o yalnız köpeğin, bu beş kafadar kadar hayatın tadını çıkarabildiğini hiç sanmıyorum.

           Bir göz ile göz göze geldim, kendime geldim. İri, sahipsiz köpek, siyah burnunu ayakları üzerine koymuş, kulaklarını sallamış, bir gözü kapalı, diğerini bana dikmiş kısık bakıyor. Biliyorum kötü niyetli bir bakış değil. Ama nasıl bir bakış olduğunu da çözemedim. “-Sen bizi tanıdın, biz işte böyle yaşayıp gidiyoruz” der gibi bir bakış sanki. O da beni anladı mı ne? Hiç kımıldamadan uzun kuyruğunu hafifçe salladı ve gözünü yavaşça kapattı. Kalabalık umurunda değildi.

           Bir vapur düdüğü meydanı doldurdu. Sese yönelirken iri, sahipsiz köpeğin kulağındaki küpeye takıldı gözüm. Üzerimdeki burukluk sıyrılıverdi birden. Sevindim. Aynı işareti diğer köpeklerde aradım. Hepsinde de vardı. Belediye geldi aklıma, rahatladım.

           İşte iki vapur daha geliyor. Meraklanmıyorum artık. Nasıl olsa kendilerine bir yer bulacaklar. Yolcularını yine iskeleye dökecekler ve yine yenilerini toplayıp doğru karşıya gidecekler. Bu kadar basit...

******

           “-Hadi kalkalım.” dedi Gönül. Kalktık. Etrafıma şöyle bir baktım. Ohooo...

           Kim bilir Gönül neler izlemiştir… Sormadım…

           Kalabalık içinde yan yana yürüyoruz. Göz ucu ile Gönül'ü kolluyorum. Deniz trafiği, yaya trafiği, motorlu taşıt trafiği belli ki Gönül'ü de şaşırtıyor. Ellerim cebimde. Gönül koluma giriyor, tedirginliğim azalıyor...

           Havanın karardığını fark ediyorum. Trafik daha bir yoğunlaşıyor. Bizim acelemiz yok. Gönül kolumda yavaş yavaş ilerliyoruz. Birilerine çarpmamak için özen gösteriyoruz yürürken. Ama ne mümkün, siz çarpmasanız da birileri dokunuyor mutlaka. Sonra da hiç önemsemeden herkes yoluna devam ediyor, trafik akıyor...

******

           Bir tulum sesi akşamın alaca karanlığının monoton gürültüsünü bastırıyor. Cırlak ama etkileyici sesinden bir Karadeniz ezgisi dökülüyor. Hüzün bulaşmış bir ezgi. Ama belli ki, çevredekileri horona davet ediyor... Yaklaşıyoruz...

           Burnu Karadenizli bir genç, tulumunu kucaklamış, en sevdiği türküyü paylaşıyor herkesle. Arada bir tulumunu şişiriyor, sonra şöyle bir bakıyor çevreye, sonra yumuyor gözlerini... Ezginin ritmine uyup iki sallandıktan sonra daha bir sıkı sarılıyor tulumuna... Sıkı sarılıyor ki, ses daha bir gür çıksın...

           Tulumun hemen yanında iki kişi omuz omuza vermiş, müziğin ritminde dalgalanıyor... Arada bir tulum çalan gençle göz göze geliyorlar. Genç arada bir adımları ile onlara eşlik ediyor, daha da coşuyor. O coştukça müzik daha bir ritim kazanıyor.

           Ne zaman oldu, nasıl oldu anlamadım, horon kocaman bir çember oluverdi. Katılanlar, iki tur atıp ayrılanlar, horonun sürekli değişen oyuncuları... Hep coşkulu, hep istekli. Elinde poşetleri ile hızla çemberin içine giren orta yaşta bir Karadenizli, paketlerini orta yere koyduktan sonra acele ile diziye katılıyor. Hem horonunu tepiyor, hem paketleri gözünün önünde. Bir ara baktım, paketler de, orta yaşlı da yok. Aceleyle taradım kalabalığı… Kalabalık içinde bir yerde bir ara, elinde paketleri ile gözüme değdi sanki... Gidiyordu...

           Horona katılamayanlar, oldukları yerde ritme katılıyorlar. İki kişi, üç kişi el ele verip horonun hakkını veriyorlar. Aynı duyguyu, aynı coşkuyu onlar da orada yaşıyorlar. İşte hemen önümde bir genç kolunu kız arkadaşının omzuna atmış, kız başını erkek arkadaşının omzuna yaslamış, birlikte sallanıyorlar. Mutluluklarını park lambasının cılız ışığı nasıl da belirginleştiriyor.

           Kız, horonun çekiciliğine daha fazla karşı koyamıyor. Arkadaşından sıyrılıp bir koşuda, rastgele bir yerden horona katılıyor. Erkek şaşkınlığını giderdikten sonra bir yerden, o da dalıyor horona.  Elleri hiç tanımadığı ellerle tutuşuyor, ayakları hiç tanımadıkları ile ritim tutuyor. Bir oynuyor, bir oynuyorlar, oynuyorlar. Sanırsın ki hepsi bu işin uzmanı. Bu kadar içten bu kadar coşkulu...

           Çemberin bir yerinden bir grup bir dörtlüğün bir dizesini yavaşlayan ritim eşliğinde okuyor. Başka bir grup o dizeyi yineliyor. Sonra öbür dize. Derken dörtlük bitiyor, ritim hızlanıyor. Daha bir sert vuruluyor ayaklar yere. Omuzlar daha bir hızlı sallanıyor. Herkes kendinden geçiyor sanki. Birisi tüm coşkusu ile bağırıyor:

           -Oooy oy... Sonra diğerleri...

           Gözüm kızı arıyor. Önce erkek arkadaşını görüyorum. İlerde bir yerde de kız. Kendilerini tulumun ritmine kaptırmış oynuyorlar. Sadece oynuyorlar. Dünya ile ilişkileri sadece tulumun sesi. Herkes gibi horonun hakkını veriyorlar. Kızı izliyorum. Horonun tüm inceliklerini biliyor. Hiç tanımadığı kişilerle el ele tutuşmuş, tek başına oynar gibi oynuyor horonu. Gözleri kapalı. Belli ki tüm duyuları yüreğine odaklı... Kim bilir yüreğinde ne özlemler, ne heyecanlar, ne coşkular kabarıyor şimdi.

           Gözlerini açıyor kız. Coşkulu bir kalabalığın içinde horon teperken buluyor kendini. Arkadaşını arıyor ilkin... Onu, horondan ayrılmış, kenarda kendini izlerken görüyor. Gülümsüyor. Bir oooy oy çektikten sonra, horonun son figürünü tamamlayıp sıradan ayrılıyor. Arkadaşına yöneliyor. Saçlarını düzeltirken, geri dönüp horondaki yerine bakıyor. Eller tutuşmuş bile. Horon tüm coşkusu ile sürüyor...

           Kız gülümseyerek kendine uzatılan eli alıyor. Bir daha dönüp bakıyorlar horona. Sonra birbirlerinin beline sarılıp kayboluyorlar kalabalıkta...

           Bir vapur limana yanaşırken diğeri ayrılıyor...

           Köpekler bu hengamede uyur uyanık...

           İki gidip bir bakarak ayrılıyoruz biz de. Gönül kolumda. Pek fazla konuşmuyoruz, gördüklerimizi hazmediyoruz sanki...

******

           Kadıköy İskele Meydanı, her gün, kim bilir ne öyküler yazıyor... O koşuşturmada, o telaşta, o kargaşada... Kimselerin fark etmediği...  

 

 

GERİ