çorum ilköğretmen okullular

          

KORKU

A. Kadir Dedeoğlu

Alternative content

 

                  Erol Karabulut'a           

            12 Eylül sonrasının pis günlerinden biriydi. Zorlu geçmiş bir cumartesi günü akşamı, omuzlarında tüm haftanın yorgunluğu, evine dönüyordu... Güneş mahalleyi çoktan terk etmiş, her yeri loş bir karanlık kaplamıştı.  Sokak lambası ne kadar çabalasa da, ancak dibini aydınlatabiliyordu. Loşluk, dağılmış çöplerin çirkinliğini, akşam serinliği de kokusunu biraz azaltmış olsa da, sokak, hor kullanılmışlığın yorgunluğunu yaşıyordu... Birkaç kedi ve ışıktaki pervaneleri saymazsak ölüydü. Biraz sonra  "sokağa çıkma yasağı" başlayacağından herkes evindeydi. Perdeler bile sıkı sıkıya kapatılmıştı dışarıyla hiçbir ilişkinin kalmaması için... Yaşam belli belirsizdi...

            Hafif bayır sokağı tırmanırken, saçılmış çöplerin yanında düzgünce istiflenmiş dört kutu gördü. Merakla yaklaştı. Özenle bağlanmış, paket yapılmıştı kutular. Birileri alsın diye düşünülmüş, en görülesi, ışığın en yoğun olduğu yere konulmuştu sanki... Çekinerek yokladı... Ağırcaydı... İlk kutunun kulağını yırttı yavaşça... Bir kitap ucu gördü, telaşla yırtığı genişletti. Kitaplarla doluydu kutular... Şaşırmadı ama burkuldu. Hiç düşünmeden ikisini koltukladı...

            Hızlı adımlarla eve yürürken garip bir gülümseme takıldı yüzüne. Eşi daha çok telaşlanacaktı şimdi. Evdeki kitaplardan çekiniyordu kaç zamandır. Bir şeyler yapmamanın, dahası yapamamanın tedirginliği yoruyordu onu her gün… Kendisi de huzursuzdu olanlardan... Bir şey de yapamıyordu... O kitaplar, ta öğrencilik yıllarının harçlıkları ile birikmeye başlamış, bugüne kadar gelmişti.      

            Hem kitaplığındaki kitapları çocukları gibiydi O'nun... İçeriklerini geçtim, hangi kitabın hangi rafta, kaçıncı sırada olduğunu bile bilirdi üç aşağı beş yukarı... Yeni bir kitap edindiğinde tanımı zor bir haz duyar, okumaya başlamadan önce her bir tarafını iyice inceler, tanırdı. Kitap, önce evde oradan oraya dolaşır, yazılarak, çizilerek okunur, iyice bir örselenir, sonra kitaplıktaki yerini alırdı. Arkadaş sohbetlerinde "okuduğum kitaplar" demezdi hiç, "konuştuğum kitaplar" derdi. Okumadıklarına ise "henüz konuşmayı sökmediler" deyip gülümserdi. O nedenle ki "konuştuğu" kitapların her sayfası çizgilerle, kenar boşlukları notlarla doluydu.

            Ayağının ucu ile tıklattı kapıyı. Arkasından ses verdi kendini tanıtmak için. Eşi meraklı gözlerle kapıyı açtığında, koltuğundan düşmek üzere olan kutuyu ayakkabılığın önüne bıraktı zorlanarak... Diğerini de onun üstüne koyup, eşinin bir şey söylemesine fırsat vermeden, "hemen geliyorum" deyip hızla çıktı.

            Eşi, kutunun yırtık köşesinden kitapları gördüğünde bir an duraksadı. Okulda, baş başa kaldıklarında yakın arkadaşlarından dinliyordu hep. Kimisi kitaplarını köye gizlice götürüp bıraktığını, kimisi naylonlara sarıp bir yerlerde sakladığını, kimisi her gün birer ikişer yakıp bitirdiğini, kimisi de kıyamayıp, paketleyip çöpe bıraktığın fısıldıyordu. Yapılanların hiç birisini benimsemiyordu ama kimseye de bir şey söylemiyordu. Olanlar belliydi. Her akşam haberlerde, televizyon ekranlarında, yakalanan silahların yanında, yasak yayın diye kitaplar sergileniyordu. Herkes elindeki kitaptan korkar olmuştu.. O'da huzursuz oluyordu yaşananlardan ve evdeki onca kitaptan... Birçok kez tartışmışlardı konuyu çocuklardan gizli gizli. Ne yapsalar bir çözüm bulamıyorlardı. Atamıyorlardı, yakamıyorlardı... Daha doğrusu kıyamıyorlardı...  Ama korkuyordu evin anası... Başlarına daha kötü bir şey gelmesinden korkuyordu... Eşi, zaten öğretmenliğinden olmuştu, özgürlüğünden de olacaktı... Ondan korkuyordu... Çocuklarından, onların geleceğinden korkuyordu... 

            Kulağı kapıdaydı... Kulağı her zaman kapıdaydı. Ne zaman kapının dışında alışık olmadığı bir ses duysa yüreği hop eder, şaşalardı. Kaç kez tanık olmuştu onca kişinin bir kişiyi alıp götürdüğüne... Kaç kez dinlemişti gidenden çok uzun süre haber alınamadığını... Kaç kez görmüştü gidenin gittiği gibi dönmediğini... Ve kaç ailenin bu nedenle bozulan düzenlerini bir daha düzeltemediğini...

            Eşi her gün bu zamanda gelirdi işi gereği. Son otobüsle... Hep korkardı gecikecek, gelemeyecek diye... Bir keresinde gelememişti de iş yerinde gecelemişti... Telefonu olan komşu haber vermişti pencereden pencereye. Bir keresinde de ne kendisi gelmişti, ne de haber. Korkmanın ne olduğunu o gün anlamıştı. Hiç bir haber alamıyordu, hiç bir şey yapamıyordu, kimseye bir şey soramıyordu. Sokağa bile çıkamıyordu... O gün kapı çalıp da eşini karşısında görünce, nasıl boynuna sarıldığını, kendini tutamayıp nasıl ağladığını hep anlatır. O anlatır eşi güler... Meğer son otobüs yolda bozulunca yolcuları askeri araçlar evlere taşımışlar tek tek... 

            "Yasak" başlamak üzereydi... Ayak sesinden tanıdı, çalmadan açtı kapıyı. Adam, kucağındaki iki kutuyu diğer iki kutunun üzerine koydu. Kapıyı kapatırken suçlanarak baktı eşine... Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı. "Korkuyorum" dedi eşi. "Çöpe atmışlar, dayanamadım" dedi adam. Sustular. Ellerini yıkayıp mutfağa geçti. Yemeği hazırdı masada her geceki gibi. Sessizce yedi. Kalkarken "ha üç eksik, ha beş fazla, ne fark eder ki" dedi fısıldar gibi... Eşi yanıt vermedi...

            Çocuklarının odasına girdi usulca. Birer öpücük kondurdu yanaklarına. Uyandırmadan üstlerini düzeltti. Salona geçti sonra. Perdeleri sonuna kadar açıp pencereye dikildi. Karşıda Altındağ'ın ışıkları kırpışıyordu. Eşi, ışığı söndürüp yanına geldi, koluna sarılıp yaslandı. Bir süre birlikte izlediler sokak lambalarının ışıklarını. Özgürlük aradılar sokaklarda sessizce. Bulamadılar... Oysa içeri dışarıdan daha özgürdü... Gözleri eşinin ıslak bakışları ile buluştu bir ara... Uzun kirpikleri tutam tutamdı. Parmaklarını şakaklarından saçlarına daldırdı yavaşça... Güzel yüzü avuçlarının içindeydi şimdi... Başparmakları ile gözlerindeki yaşları sildi incitmeden... Şakaklarındaki çizgiler, geçmişteki sıkıntıları anlatıyordu bir bir... Hepsini silivermek geçti içinden...         

            Kâh bir helikopter sesi geliyordu ötelerden, kâh bir projektörün ışığı yalayıp geçiyordu binayı... Yasak çoktan başlamıştı. O, eşinin gözlerinde birikmiş yaşları yeniden sildi. Şu sevimsiz dünyada ondan başka neyi vardı ki? Eğildi, usulca dudaklarını dudaklarına bastırdı... Sokaktan geçen cemsenin homurtusuna inat, yumdular gözlerini... Dışarıda birileri kitap kovalarken, onlar, uğrun uğrun, kaybolup gittiler başka bir dünyaya...
09.04.2014       

get code for tracking website

 

GERİ