Sokağa girdiğinde bütün çocuklar oyunu bırakıp O’na doğru koştular her günkü gibi. O da, aynı heyecanla ilk gelenin defterini alıp çöktü yolun kenarına… Çocuklar sessizce, ama itişe kakışa üşüşüverdiler başına. O, hangisi diye sormadan, defterin sahibi bastırdı parmağını sorunun üzerine. Mırıldanarak soruyu okuduktan sonra, şöyle bir değerlendirme yapıp ‘Bak şimdi’ diye başladı…
Her defter değiştiğinde, yanı başındaki kişi de değişiyordu. Defter sahibi, O’na en yakın yerde oturmanın mutluluğunu yaşıyordu bir problem çözümü. Bu yüzlerinden belli oluyordu. Komşu sokağın çocuklarından zaman zaman katılmalar olsa da, küçük itişmeler, hafif yan bakmalar ya da duyulur duyulmaz homurtularla rahatsızlık belli ediliyordu. O, defterin kimin olduğuna bakmadan problemi yüksek sesle çözüyor ki, herkes yararlansın…
Ufaklık, kimi zaman ayak parmakları üzerinde yükselerek, kimi zaman başını zorla soktuğu bir boşluktan dikkatle izliyor, sıranın kendisine gelmesini bekliyordu. Ufacık bedeni kolayca her yere sığıyordu zaten. Esmer yüzündeki iri gözleri, mahcup bakışları ile hiç uyuşmuyordu. Sakinliğine karşılık sabırlı ve kararlıydı. Her zaman sona kalıyor ve bunu özellikle yapıyordu. Böylece hem herkesin sorduklarını dinleyebiliyor, hem de ona daha uzun zaman kalıyordu. Bundan da oldukça mutlu oluyordu. |
|
Ufaklık defterini uzattığında “Demek ki bu gün de sona geldik.” dedi gülümseyerek. Yanına ilişmekten çok, koltuğunun altına girercesine yanaştı O’na. O, saçlarını dideleyip, başını göğsüne bastırarak “hangisi” dedi sevecen sesiyle. Ufaklık konuşmadan parmağı ile iki problem gösterdi…
O, öğretmen olacaktı iki yıla. Hem de çok sevdiği matematiğin öğretmeni. İlkokulda iken öğretmen olmayı düşlemişti ilk kez. Çünkü ilkokul öğretmeni her şeyi biliyordu O’nun gözünde. Güzel konuşuyordu, güzel giyiniyordu, herkesle iyi anlaşıyor, herkese yardım ediyordu… Hele matematiği herkes ona soruyordu. O’da onun gibi olmalıydı. İlkokuldan sonra öğretmeninin de itelemesiyle, ortaokul ve lise için kasabaya, oradan da Ankara’ya ulaşacaktı uzun yol. Şimdi buradaydı. Altındağ’da küçücük bir evde annesiyle birlikte yaşıyor, okulu bitirmeye çalışıyordu…
O mahalleye geleli, kenar mahallenin kavruk çocukları için matematik, oyundan önce geliyordu. Matematiği sevmeyenler, ondan korkanlar bile bir yakınlık duymaya başlamışlardı. Önce çekinip sadece dinleyici olanlar, zamanla, defterlerini alıp gruba katıldılar. Sokağın bütün çocukları, okul sonrası oyun oynarlarken, aslında O’nun gelmesini bekliyorlardı. Hemen hepsinin soracak bir şeyleri oluyordu O’na. Olmayanlar bile soracak bir şeyler buluyorlardı. Böylece, nasıl matematik çalıştıklarının farkında bile olmuyorlardı…
******
O gün, sokağın bütün çocukları topun peşinde koşarken, Ufaklık, bir gözü sokağın başında, oturmuş onları izliyordu… Defterini bir yuvarlayıp bir açıyor, içi içine sığmıyordu… Geldiğini görmesi ile fırlaması bir oldu… O’na ulaştığında koltuğunun altına girip kolunu beline doladı. Adımlarını biraz genişleterek, O’na ayak uydurdu. Birlikte yürüyorlardı. Ufaklık yol bitsin istemiyordu. Tam yerindeydi ve sıcacık bir el saçlarını karıştırıyordu… Koltuğundan başını kurtarıp, gözleri ile gözlerini aradı. Göz göze geldiklerinde iri gözlerini kırpıştırarak coşkusunu paylaştı:
-Biliyor musun? Bu gün matematikten tam not aldım…
O bir şey söylemeden saçlarını bu sefer iki eliyle dideleyip, ensesine sevecen bir şaplak attı. Diğer çocuklar oyunu bırakıp, O’na doğru koşuştular. Yine yumak olup O’nun çevresinde toplandılar. O uzatılan defterlerden birisini alıp kaldırıma çöktü. Çocuklar yerleşmeye çalışırken, biri diğerinin üzerinden, diğeri ötekinin yanından, bir başkası aradan defteri görebilmek için sessizce itişiyorlardı. Anlatılanın bir kelimesini bile kaçırmak istemiyorlardı. Çevrelerinde olup bitenden, gelip geçenden hiç haberleri olmuyordu…
O kargaşada, nefeslenmek için başını kaldırdığında, çocukların arasında, garip bir yüzle karşılaştı. Yüzündeki kırışıklıklar yaşının hayli ileri olduğunu gösteriyordu. Düzensizliğinden, kendinin kestiği belli, sevimsiz bir sakalı vardı. Hiç de hoş şeyler düşünmediğini kısık gözlerinden anlamak olasıydı. Bir başka bakıyordu. O, gözlerini kaçırıp yeni soruya yöneldi. Kafasında problemin gidişi ile adamın bakışı birbirine karışmıştı. Tekrar başını kaldırdığında adamı göremedi. Arandı, adam yoktu. Boş verdi. Çocuklardan birisine şakayla karışık sataştı…
******
Matematik dersinden bu kadar iyi olan bir öğrencinin diğer derslerinin düşük olması okulda anlaşılamamıştı. Hem bu durumda olan tek kişi de değildi okulda… Araştırıldı… Sekiz on kişi kadar vardı. Bunlar aynı sınıfta değildi ama aynı sokağın çocuklarıydı… Durum merak edilmeyecek gibi de değildi. Kopyadan şüphelenildi bir ara. Ayrıca sınav yapıldı, çaktırmadan sorular soruldu, denendi… Sonuç değişmiyordu… Matematikte iyi idiler… Konu, okul yönetimine götürüldü. İlgili kişiler ilgili çocuklara ulaştı, soruldu, soruşturuldu…
******
Ufaklık bu kez sokağın başında bekledi O’nu. Diğer günlere göre epeyce gecikmişti. Dolmuştan indiğini görmesi ile fırladı, elini yakaladı. Diğer çocuklar kendilerine ulaşmadan elele hiç olmazsa bir süre birlikte yürümüşlerdi. Çocuklar ellerinde defterleri, onlara doğru koşarken, Ufaklık, kısacık zamanda yine saçlarını okşatmış, bir çırpıda okulda olanları ve bu arada matematikteki başarılarını anlatmıştı. O’nun mutluluğuna, kendi mutluluğunu katmış, kendince ayrıcalığını yaratmıştı.
O, yine defterlerden birisini alıp kaldırıma oturdu. Çevresinde dayanılmaz bir gürültü vardı. Hep bir ağızdan okuldaki soruşturmayı anlatıyorlardı coşkuyla. Gururluydular. Gülümsedi. “Çok iyi” dedi… “Fark ediliyorsunuz demek.” Rast gele bir kaçının saçlarını dideleyip probleme yöneldi.
Hava kararmıştı. Dağılmış saçlarını düzeltirken yanında sadece Ufaklığın kaldığını fark etti. Ufaklık defterini uzatırken, sorusunu gösterip yanına ilişti. “Bu gün biraz geç oldu ya.” dedi, “Onun için hep gittiler.” Sesinin tonundan, durumdan hoşnut olduğu anlaşılıyordu. Sadece ikisi… Mutluluğu yüzündeki gülücükte asılıydı. Elindeki kitabı koltuğuna kıstırırken problemi yeniden gösterdi. O kitabı fark etti, aldı... Bir süre inceledikten sonra oluşan sessizliği, sevecen sesi bozdu. “Söyle bakalım Ufaklık, Küçük Kara Balık nasıl bir balık?” “Hepsini okumadım daha, ama çok inatçı bir balık” dedi Ufaklık.“ “Sonra çok cesur, çok akıllı. Seviyorum onu.” O, defteri kapattı. “Boş ver matematiği.” dedi. Elini omzuna atarken, diğer eliyle burnundan bir makas alıp, “Seninle biraz konuşalım.”
Ufaklığı getirdiği problemlerden biliyordu. Sıradan değildi problemleri. Davranışları mahcup, konuşmaları sakinceydi. Küçücük bedeni, kendisini olduğundan daha küçük gösteriyordu. Öylesine kara kuru bir çocuktu. Ayrıca okumayı da seviyordu anlaşılan. “Söyle bakalım.” dedi. “Senin baban ne iş yapar?” Oysa o güne kadar hiç birisine böyle bir soru sormamıştı. O sadece çok sevdiği matematiği, kim olursa olsun, sevdirmeye çalışıyordu.
Ufaklık, çekingen bir sesle, suçlu gibi, “Öğretmen.” dedi.
Sustu. Hep yakınında olan, konuşurken hep gözlerine bakan, kara, iri gözleri ile sevgisini bir şekilde karşısındakine aktaran şu Ufaklık, şu yanında oturan küçücük şey nasıl da duygulandırdı O’nu. Küçücük omzundan tutup, kendine çekti, koltuğunun altına sıkıştırdı. Severken iyiden iyiye patakladı. Şimdi daha çok sevdi onu… Sessizliği Ufaklığın cılız sesi bozdu;
-Ama şimdi öğretmenlik yapmıyor. Attılar onu. Bir matbaada kitap taşıyor.
Ufaklığın cılız sesi, uzun süren sessizliği bozmadı, yırttı. Boğazı düğümlendi, bir şeyler söylemeye yeltendi. Ne diyeceğini bilemedi. Daha çok bastırdı bedenine Ufaklığı. Sevmekten öte bir şeydi O’nunki şimdi. İçinde her türlü duyguyu barındıran bir şeydi, ama en çok da isyan. Ufaklık kendini kurtarıp iri gözlerini gözlerine dikti. Sessizce bir süre bakıştılar. Bu sefer sesi daha belirgindi. Kararlı ve emin;
-Olsun. Benim babam yine de öğretmen.
Boğazındaki yumruk daha da büyüdü. Yutkunurken, “Elbette öğretmen” diyebildi. Umarsızlık yüreğini acıya razı etmiş, hüzün çökmüştü bedenine… Sıktı yumruklarını, kıstı gözlerini, yüzlerce küfür sıralandı diline… Elleri koları bağlı, kalktılar yürüdüler... Sessizce…
13.04.2013
20 Şubat 2016
GERİ |