ELLERİM TİTRİYOR
Öykü:
İsmet Aci
Soframızda yeri belliydi. En başta. Tüm söyleyeceklerini yemeğe başlamadan önce söylerdi. Sonra, hadi başlayalım derdi başlardık. Köylüceydi. Hitabeti. İçten ve samimi. Bir taraftan kaşığımızı uzatırken tasımıza, bir taraftan babamı süzerdik. Sanki bizi böyle görünce yüzünden bulutlar geçerdi. Anlıyordum. Gözlerinin önünde her gün biraz daha bizi büyümüş görmekten mutlu oluyordu. İşte o mutluluğunun izleri geçiyordu yüzünden.
Bizim çocukça hayallerimiz, babamın bizimle ilgili hayallerinin olduğunu şimdi çok daha iyi anlıyorum. Çoktan çizmişti geleceğimizi kafasında. Her sabah olduğu gibi, her akşam ve gelecek günlerde bu sofranın etrafında yemeklerde buluşacağımızı koymuştu aklına. Konuşmalarında bunu işlemeye çalışıyordu.
“Birlikten kuvvet doğar.”demesi bundandı.
Babam, etrafında göç rüzgarlarının estiğini gördüğü halde, kendinden uzak tutmak için görmemezlikten geldi sürekli. Babamın kendini teselli ettiği bir cümleyi yüzlerce, binlerce kez duydum ağzından.”Gitsinler. Nasıl olsa gittikleri yerler dolunca geri dönecekler.”
“Dönmeyecekler,”diyemedim. Bir gün nasıl olsa göreceğini düşündüğümden gönlünü kırmak istemedim. Evimizin ilk göçünü annem başlattı. Soframızı bir kış günü terk etti. Bir daha dönmedi. Kaybettik. Öksüzdük.
Memlekette, kısa yoldan meslek sahibi olma telaşı vardı. Bununda çözümü öğretmen olmaktı. En çok buna sevindi. O yıllarda. Eğer öğretmen olursam. Kış görevime gideceğim, yazın evimize döneceğim. Sofranın kalabalığı geçici süre azalsa da yazları yeniden dolacaktı. Bu iyiydi babama göre.
Öğretmen oldum. Bir sabah eylül rüzgarı eserken ayrıldım babamın hep kalabalık olarak düşündüğü, başında konuşmalar yaptığı, öğütler verdiği soframızdan. Ben anladım. Bir daha sofrada buluşamayacağımızı.
Sonra diğer çocukları gitmeye başladı birer birer. İstanbul bir mıknatısın çekici tarafıydı, memleketin insanları mıknatısa yapıştığında bırakmayan demir parçacıklarıydı. Bir yaz köye döndüm.
Hiçbir çocuğunun artık geri gelmeyeceğini anlatmak için. Aynı yerde oturduk yemeğe. İkimizdik. Bir şey fark ettim. Yüreği süzülmüştü ama belli etmiyordu. Konuşmaları sanki kalabalıkmışız gibiydi. Kaşıkları koydun mu? Tabaklar yetecek mi? Çorba az olmasın.”Kurmuş olduğu dünyasının içine girdiğim birkaç günlüğüne de olsa bu oyununu bozmak istemedi. Karşılıklı oturuyorduk.
Kaşığını çorbaya uzatırken anlayamadım. Geri götürürken, elleri titriyordu. Dikkatice baktım. Ellerine baktığımı fark edince,”son zamanlarda böyle oldu. Gerçi ağrım sızım yok ama!”dedi. Anladım. Benim gözümde koca çınar olan babam geçen sürede iyice yaşlanmıştı. Ve yalnız yaşamayı seçmişti.
Çocuklarım büyüdü. Tek olarak ayrıldığım köyüme dönsem artık kalabalıktım. İstanbul’a geldim. Göç rüzgarı yaşları ellinin altında kim varsa hepsini aldı önüne sürdü, çok uzaklara. Çocuklarımız büyük şehirlerde büyümeye başladı. Kendime ben ihtiyarım deme ye başladığımda,”acele gel baban hasta,”dediler.
Sabah kahvaltıya oturduk. Kahvaltı sonrası babama gidecektim. Çay bardağıma uzandım. Çocuklarımdan biri söyledi.
Baba ellerin titriyor.”
Baba ellerim titriyor. Tıpkı senin gibi.
19 Mart 201
GERİ |