GEZİ
A Kadir Dedeoğlu
Yazdıklarımın hepsini sildim… Oysa yola çıkmadan önce yazacaklarımı planlamış, gezi boyunca neleri gözden kaçırmamam gerektiğini kafamda kurmuştum. Yani yazının çatısı tamamdı. Geriye gözlem ve yaşayacaklarım kalmıştı… O da, gide gide…
Yazdıklarımın hepsini sildim… Ayvalık yıllık buluşmamızın sarhoşluğunu İstanbul’a döndüğümde henüz üzerimden atamamıştım. Buluşmanın heyecanı daha tazeydi. Yazmanın tam sırasıydı... Ve oturdum bilgisayarın başına, başlığı koydum… Hesabıma göre, önce Ankara-İstanbul, sonra da İstanbul-Ayvalık yolculuğunu anlatacaktım. Buluşmada ilk kez göreceğim arkadaşlarımın verdiği heyecanı da ekleyerek… Daha sonra da dönüş… Yazdım da… Kısaca İstanbul’daki iki günümü ve uzunca Ayvalık yolculuğunu... Yolda karşılaştığım okullularımı yazdım, uğradığım tanıdıkları, beğendiğim yerleri yazdım, beğenmediklerimi de…
Yazdıklarımın hepsini sildim… Oysa Sarımsaklıya girdiğimde, karşılaştığım ilk arkadaşıma sarıldığımda yaşadığım duyguyu yazmıştım. Kardeşçesineydi… Yalansız… Sonra otelin lobisine henüz ulaşmıştım ki birisi adımı seslendirmişti. O sesi duymamla o yöne bakmam arasındaki süreyi yazmıştım uzunca. Sonra, benden önce gelenlerle kucaklaşmamı, sonra gelecekleri merakla beklememi yazmıştım… Mehmet öğretmenimi yazmıştım. Kendisi ile ilgili bir anımı anlatmıştım da gözleri yaşarmıştı. Bir daha sevmiştim O’nu. Mezun olduktan sonra ilk kez karşılaştığım arkadaşlarımı yazmıştım tek tek… Ve bu altıncı buluşmamız olmasına karşın, nedendir bilmem tam da okuldaki gibi hissetmiştim kendimi diğerlerinden farklı olarak… Çevre gezimizde gözümüz dışarda, gönlümüz sohbetteydi. Her iki cümlenin biri kırk küsur yıl öncesine uzanıyordu. Yüzlerde özlem yüklü ifadelerle, her fırsatta bir anı kırıntısı sıkışıyordu araya. Her buluşmada anıların tazelenmesi kadar, dağarcığa yenileri ekleniyordu. Ve ben bunları yazmıştım uzun uzun…
Yazdıklarımın hepsini sildim... Oysa neler yoktu yazdıklarımda... Zaman tamam olup, dönüş için yola çıktığımda, takılı kalmış duygularımın beni bırakmadığı… Gidiyor olsam da geride bir şeylerin kaldığı… Üzerimdeki duygu yoğunluğunun tüm duyularımı zayıflattığı… Müziksiz ve eşimle konuşmadan öylesine yol aldığımız… Hepsi, hepsi vardı… Ayrıca, Altınoluk geçildikten sonra, bir rampanın tam da ortasında karayollarının dinlenme tesisine konuşlanmış gözlemecide kısa bir mola… Ayakucunda deniz, ıslıkla ısmarlanan gözleme ve eşin… Yazmadan geçebilir misin? Edremit-Çanakkale arasının sakinliği… Yakın bir yerlerde denizin olduğunu bilerek ve bir tepeyi aştığında göreceğini düşünerek yolculuk yapmak… O naif adam, Orhan Veli’yi hatırlamak yazılmaz mı? Çanakkale ve feribotta yediğimiz rüzgâr… Uzunca bir sahil yolculuğundan sonra, henüz İstanbul’a girmeden, O’nun hantallığını yaşamak… Silivri’yi ortalayıp giderken, radyoda, Zülfü Livaneli’nin, “Kardeşin duymaz, eloğlu duyar” ezgisinin zamanlaması… Ve bende duygu ile mantığın bir türlü yenişemediği, yaşamak için, Ankara’mı?, İstanbul mu? İkilemi…
******
Bir ses duydum kendime geldim… Bir kepçe bir tavaya vuruyordu… Sonra bir kaşık bir tabağa… Sonra ıslıklar… Derken düdükler girdi araya… Sonra ayırt edemez oldum sesleri… Bırakıp her şeyi çıktım dışarı… Işıklar yanıp sönüyordu pencerelerde… Korna sesleri sevimsizliklerinden uzaktı. Karıştım kalabalığa… Sokak boyu herkes haberleşiyor, kavilleşiyor, bir yöne yürüyordu… Çabucak da çoğalıvermişlerdi… Güle oynaya, ama kararlı gidiyorlardı… Aklıma 1969 daki Erzurum Dede’ye gidişimiz geldi. Gülümsedim. Aynı binada yaşayan altı yüz küsur kişinin, hepsinin haberleşebildiğinden emin değildim… Ya şimdi? Herkes, her zaman, her şeyden haberdardı… Ve hiçbir şey eskisi gibi değildi. Olamayacağından bir şeyler değişiyordu… Hiç kimsenin beklemediği bir şeyler… Güzel dünyamızda bir şeyler çirkinleşirken, bir şeyler güzelleşiyordu… Seviniyordum…
Biliyorum sokaklar bir kişi eksik olacak ama bütün duygularım paramparça döndüm eve. Yazdıklarımın hepsini sildim. Daha başka, çok daha başka şeyler yazmalıyım diye…
02.06.2013
GERİ |